top of page

TAKVA HAKKINDA TEFSİR

 

Takva Kelime Kökeni

~ Ar taḳwāˀ تقواء [#wḳy msd.] günahtan sakınma < Ar waḳā وقا koruma, sakınma → vikaye

Takva İslamda Manası

Allah'a karşı gelmekten sakınmak demektir.

 

TAKVA HAKKINDA AYETLER

Bakara Suresi 2.197. Ayet: Diyanet Meali

Hac (ayları), bilinen aylardır.  Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının. 

Bakara Suresi 20.132.Ayet: Diyanet Meali

Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınmanındır.
Hucurat Suresi 49.13. Ayet: Diyanet Meali:

Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.

ANLAŞILAN                   :

Takva

 “Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir”  

Yani Takvalı;

  • Allah' a en çok kulluk edendir. 

  • Her emrini yapıp, her yasağından sakınandır.

  • Allah' ı en çok sevendir. 

Allah Kuranda, Takvası en yüksek olanınız sizin en değerlinizdir, diyor.

Üstünlük Takvadadır..

Allah' a Karşı Gelmek

İslam' ın emir ve yasaklarına karşı gelmek Allah' a karşı gelmektir.

İslam' a karşı gelmek Allah' a karşı gelmektir. 

İman etmemek Allah' a karşı gelmektir.

Günah işlemek Allah' a karşı gelmektir.

ALLAH SEVGİSİ, KORKUSU VE ALLAH YOLUNDA AĞLAMAK 

 

Tevbe Suresi 9.92. Ayet: Diyanet Meali:

Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, "Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum" dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.

Hadis: Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve şöyle buyurdu:

“Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız.”

Enes, bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar, demiştir.

Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3; Müslim, Salât 112, Küsûf 1, Fezâil 134. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 9; Nesâî, Sehv 103, Küsûf 11. 23; İbni Mâce, Zühd 19

Hadis: Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikce cehenneme girmez. Cihad tozu ile cehennem dumanı asla bir araya gelmez.”

Tirmizî, Fezâilu’l-cihâd 8; Zühd 9. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 8; İbni Mâce, Cihâd 9

Hadis: Abdullah İbni Şıhhîr radıyallahu anh şöyle demiştir:

Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.

Ebû Dâvûd, Salât 158. Ayrıca bk. Nesâî, Sehv 18

Hadis: Ebû Ümâme Suday İbni Aclân el-Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah katında hiçbir şey, iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: Allah korkusuyla akıtılan gözyaşı damlası ve Allah yolunda dökülen kan damlası. İki iz ise, Allah yolunda çarpışırken alınan yara  izi ve Allah’ın emrettiği farzlardan birini yerine getirmekten kalan kulluk izidir.”

Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 26

 

ANLAŞILAN                   :

Allah Korkusuyla ve Allah Yolunda Ağlayan Göz

“Allah katında hiçbir şey, iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: Allah korkusuyla akıtılan gözyaşı damlası ve Allah yolunda dökülen kan damlası. İki iz ise, Allah yolunda çarpışırken alınan yara  izi ve Allah’ın emrettiği farzlardan birini yerine getirmekten kalan kulluk izidir.”

Peygamber efendimiz Cenneti ve cehennemi gördükten sonra, 

Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız, demiştir. 

Allah Korkusuyla Ağlayanın Ödülü

“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikce cehenneme girmez. Cihad tozu ile cehennem dumanı asla bir araya gelmez.”

Cephede Allah yolunda savaşmak için harcayacak birşey bulamıyorum diye ağlayanlara bir sorumluluk yoktur. 

TAKVA HAKKINDA

 

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarındaki vikāye masdarından türeyen takvâ kelimesini Seyyid Şerîf el-Cürcânî, “Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir” şeklinde tarif eder (et-Taʿrîfât, “vḳy” md.). 

Takvâ ve kökün ittikā, takī, etkā, müttakī gibi diğer türevleri ve fiil şekilleri Kur’ân-ı Kerîm’de 285 yerde geçmektedir. Kur’an’da ve hadislerde takvâ bazan sözlük anlamında, bazan da “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılır. Genellikle peygamberler ümmetlerine, “Allah’tan sakının ve bana itaat edin” diye hitap etmiştir (eş-Şuarâ 26/108, 179). 

Peygambere itaat eden Allah’a da itaat etmiş olacağından (en-Nisâ 4/80) takvâ Allah’a ve resulüne itaat etme anlamını içerir. Kur’an’da takvâ sahibi müminlerden bahsedilirken Allah’ın onları cehennem azabından koruduğu anlatılır (ed-Duhân 44/56; et-Tûr 52/18; el-İnsân 76/11); bundan dolayı mümin Allah’ın kendisini cehennem azabından korumasını ister (el-Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/191). Allah’a “ehl-i takvâ” denmesi (el-Müddessir 74/56) koruyan ve korunulan olmasındandır. “Ateşin azabından bizi koru” duasında (el-Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/16, 191) veya, “Kendinizi, ailenizi ateşten koruyun” âyetinde geçen (et-Tahrîm 66/6) “koru” ve “koruyun” ifadeleri aynı kökten gelir.

Takvâ kelimesi Kur’an’da on yedi yerde geçer (meselâ bk. el-Bakara 2/197; el-Mâide 5/2; el-A‘râf 7/26; et-Tevbe 9/108; Tâhâ 20/132). Klasik müfessirler takvâya ve aynı kökten gelen emir kiplerine genellikle, “Allah’tan korkun” anlamını vermiştir. Söz konusu fiilin kökü korku anlamını da içermekle birlikte bu korkunç bir şeyden çekinmeyi değil seven birinin sevdiğinin gönlünü incitmekten çekinmesini, yaratanına karşı saygı ve sorumluluk duyma hassasiyetini ifade eder. Bu bağlamda takvâ karşılığı olarak önerilen “Allah bilinci, Allah’a karşı sorumluluk bilinci” ifadeleri kavramın içeriğine daha uygun görünmektedir. Takvâ ve ittikā kelimelerinin içerdiği korku Allah’a duyulan saygıdan kaynaklanır. Böyle bir duygu müminleri kötülükten ve günahtan vazgeçirir, iyiliğe ve hayra sevkeder. Kur’an’da ve hadislerde âfet, kıyamet, haşir ve cehennemle ilgili korkular anlatılırken “havf, haşyet, feza‘, rehbet, vecel, ru‘b, işfâk” kökünden kelimelerin kullanılması, “Onlardan korkmayın, benden korkun” meâlindeki âyetlerde (el-Bakara 2/150; Âl-i İmrân 3/175) Allah korkusunun havf ve haşyetle ifade edilmesi, bir âyette (en-Nûr 24/52) haşyet kelimesiyle ittikānın ardarda gelmesi genel anlamda takvânın korkudan farklı bir kavram olduğunu gösterir. Hz. Peygamber, “Allahım, senden sana sığınırım!” (Müslim, “Ṣalât”, 222; Tirmizî, “Daʿavât”, 112); “Allah’ın gazabından Allah’a sığınırım” (Tirmizî, “Cihâd”, 26) diye dua ederdi. Takvâ da Allah’ın gazabından yine O’nun korumasına sığınmaktır. Kur’an’da müminlerin şeytandan, fitneden (el-Enfâl 8/25), cehennemden (Âl-i İmrân 3/131), kıyametten (el-İnsân 76/11) kendilerini korumaları istenir. Takvâ kötülük ve zarar gelen her şeye karşı ilâhî korumayı talep etmektir. Bu da günahlardan kaçınmak ve iyiliğe yönelmekle gerçekleşir. Kötülükten sakınmak Kur’an’da “hazer” kelimesiyle de ifade edilir (el-Münâfikūn 63/4; et-Tegābün 64/14). “Takvâ sahibi” anlamına gelen müttaki Kur’an’da kırk sekiz yerde geçer (meselâ bk. el-Bakara 2/2; Âl-i İmrân 3/76; el-Mâide 5/27; el-A‘râf 7/128; el-Enfâl 8/34). Bu âyetlerde takvâ sahiplerinin özellikleri anlatılır. Takvânın karşıtı “fücûr”, müttakinin karşıtı “fâcir”dir (eş-Şems 91/8; Tirmizî, “Menâḳıb”, 73; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 111). Takī kelimesi de (Meryem 19/13, 18, 63) “müttaki” anlamındadır. “Himaye ve muhafaza eden” mânasına gelen “vâk/el-vâkī” de (er-Ra‘d 13/34, 37; el-Mü’min 40/21) aynı kökten gelir.

Takvâ ve türevlerinin Kur’an’da çeşitli vesilelerle ve farklı şekillerde sık sık zikredilmiş olması kavramın İslâm’daki önemini açıkça gösterir. Takvânın faziletiyle ilgili Kur’an’da şu hususlara vurgu yapılmıştır: Allah takvâ sahibi olanlarla beraberdir (el-Bakara 2/194; et-Tevbe 9/36, 123); onları korur ve yardım eder; Allah takvâ ehlini sever (Âl-i İmrân 3/76; et-Tevbe 9/4, 7); Allah takvâ ehlinin dostudur (el-Câsiye 45/19). Takvâ aynı zamanda iman ve kalple ilgili bir kavramdır. Resûlullah’a karşı saygılı olanlar Allah’ın kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimseler olarak nitelendirilmiştir (el-Hucurât 49/3). Allah’ın hükümlerine saygı göstermek şüphe yok ki kalplerdeki takvâdandır (el-Hac 22/37). Nefse/kalbe takvâyı Allah ilham eder (eş-Şems 91/8). Hz. Peygamber eliyle göğsüne işaret ederek, “Takvâ buradadır” demiş (Müslim, “Birr”, 32; Tirmizî, “Birr”, 18) ve “Allahım, nefsime/kalbime takvâsını ver!” diye dua etmiştir (Müslim, “Ẕikir”, 73; Nesâî, “İstiʿâẕe”, 13). Kalpteki takvâdan maksat iman, yakīn, samimiyet ve Allah’a duyulan saygıdır. Kur’an’da, “Eğer mümin iseniz Allah’a karşı takvâ sahibi olunuz” buyurularak (el-Mâide 5/11, 57, 88) takvâ ile iman arasındaki ilişkiye işaret edilmiştir. Takvâ sahibi olmak imanın gereğidir. Bütün peygamberler ümmetlerinden takvâ sahibi olmalarını istemiştir. Kur’an takvâ sahibi olan herkes için bir hidayet kitabıdır (el-Bakara 2/2; Âl-i İmrân 3/138; el-Mâide 5/46). Akıl ve vicdan da takvâ sahibi olmayı gerektirir (et-Talâk 65/10).

Kaynak: www.tdvislamansiklopedisi.com

HZ. ÖMER İLE ÇOBANIN HİKAYESİ

Tenhâ yerlerde ve eline fırsatlar geçmişken dahî Allah’tan korkan bir mü’minin hâlini yansıtan şu misal ne kadar ibretlidir:

Abdullah bin Ömer (r.a.), arkadaşlarıyla birlikte Medîne civârında bir yere çıkmıştı. Sofra kuruldu. Bu esnâda yanlarına bir koyun çobanı uğradı ve selâm verdi. İbni Ömer (r.a.):

“–Gel ey çoban, sofraya buyur” dedi. Çoban:

“–Ben oruçluyum” cevabını verdi. İbni Ömer hayretle:

“–Bu şiddetli ve boğucu sıcakta oruç mu tutuyorsun? Bir de bu hâlde koyun güdüyorsun!” dedi. Daha sonra çobanın verâ ve takvâ duygusunu ölçmek için:

“–Şu sürüden bize bir koyun satsan, parasını sana ödesek, etinden de iftar edeceğin kadarını sana versek olmaz mı?” teklîfinde bulundu. Çoban:

“–Benim sürüm yok, bu koyunlar efendimindir” cevabını verdi. İbni Ömer (r.a.):

“–Kayboldu, dersin, efendin nereden bilecek ki?” dedi. Çoban ondan yüzünü çevirdi ve parmağını semâya kaldırıp:

“–Allah nerede?!.” dedi. İbni Ömer (r.a.), çobanın bu takvâ hâlinden çok müteessir oldu. Çobanın sözünü kendi kendine tekrar ederek;

“Çoban dedi ki, Allah nerede? Çoban dedi ki, Allah nerede?” deyip durdu. Medîne’ye geldiğinde, çobanın efendisine bir elçi gönderip sürüyü ve çobanı satın aldı. Köle olan çobanı âzâd etti ve sürüyü de ona bağışladı. (Beyhakî, Şuab, VII, 223/4908; İbni Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 341)

İmâm Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah şöyle anlatır:

Günün birinde babamın huzûruna bir kadın gelip şöyle bir soru yöneltti:

“‒Ey Ebû Abdullah! Ben geceleyin kandil ışığında yün eğiririm. Ancak bazen kandilim söner de ben ay ışığında eğirmeye devam ederim. Acaba bu iplikleri satarken hangisini ay ışığında, hangisini lamba altında eğirdiğimi beyan etmem îcâb eder mi?”

Babam Ahmed bin Hanbel:

“‒Sana göre aralarında bir kalite farkı varsa beyan etmen îcâb eder” cevabını verdi. Kadın ikinci bir soru sordu:

“‒Acaba hastanın iniltisi hastalıktan şikâyet mânâsına gelir mi?” Ahmed bin Hanbel:

“‒Şikâyet olmayacağını umarım. Herhalde bu, hastanın içinde bulunduğu hâli Yüce Allah’a arzetmesidir” cevâbını verdi. Kadın ayrılıp gidince babam bana:

“‒Oğlum, ben bu tarz soru soran birine çok ender rastladım. Onu bir izle bakalım, kimlerdendir” buyurdu. Ben de tâkip ettim. Bişr-i Hâfî’nin evine girdiğini gördüm. Onun kız kardeşi olduğunu öğrendim. Dönüp babama durumu haber verince:

“‒Böyle bir kadının Bişr-i Hâfî’nin kız kardeşinden başkası olması imkânsızdır zâten!” buyurdu.

KISA VE EMNİYETLİ YOL

Yüce Rabbimizin bizde görmeyi arzu ettiği takvâ hâline ulaşabilmemiz için Allah Resûlü bize güzel bir yol göstermiştir. Son derece kısa ve emniyetli olan bu yol, ikinci hadisimizde ifade edildiği şekilde, mahzurlu ve şüpheli şeylere düşerim korkusuyla onlara yakın olan bazı mübahlardan bile sakınmaktır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın! Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar/takvâ sahibi olabilsinler.” (Bakara 2/187)

Mü’min günaha kesinlikle düşmemek için samîmî bir niyete sahip olmalı ve bu konuda elinden geldiğince dikkatli davranmalıdır. İsrafa kaçan ve ihtiyaç olmayan bazı mübahlardan dahî uzak durmalıdır. Her nimetin bir hesabı olduğunu düşünerek hareket etmelidir. Şunu bilmelidir ki, ihtiyaç olmayan bir şeyin hesabını yüklenmektense, onu hayır yolunda kullanarak sevabını elde etmek daha firasetli bir davranıştır.

TAKVA ELBİSESİ

Mahzurlu şeylerin sınırına yaklaşmamak, insanı ebedî hayatın soğuk ve sıcağından koruyan en sağlam elbisedir. Cenâb-ı Hak buna “Takvâ Elbisesi” ismini vermiştir. Bu elbise insanı mânevî âlemde mahcup olmaktan koruduğu gibi orada güzel ve gıpta edilecek bir vaziyette görünmesine de yardımcı olur.

Yüce Rabbimiz ne güzel buyuruyor:

 “Ey Âdem oğulları! Sizin için ayıp yerlerinizi örtecek giysiler ve süslenecek elbiseler yarattık. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (A’râf 7/26)

Cenâb-ı Hak maddî beden için giyim kuşamın gerekliliğine temas ettikten sonra, asıl rûhun libâsına ehemmiyet verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü rûhun elbisesi olan takvâ, ebediyet libâsıdır. İnsanı sonsuz âlemde zararlardan korur, ayıplardan muhâfaza eder ve onu en güzel şekilde zînetlendirir.

HZ. ÖMER’İN TAKVASI

İkinci hadisimiz, takvâya nâil olabilmek için insanda bir azim ve gayretin olması gerektiğini anlatmaktadır. Hz. Ömer de buna işaretle şöyle der:

“Günahlardan korunmaya çalışmayan kimse, korunup takvâya erdirilmez.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 371)

Hz. Ömer’in bu konudaki gayretini Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatır:

“Ömer’in (r.a.) sesini işittim. Hemen yanına çıktım. Bu esnâda o da bir bahçeye girmişti. Aramızda bir duvar vardı. Bahçenin içinde şöyle dediğini işittim:

«–Ömer (r.a.), Mü’minlerin Emîri! Bak dikkat et, dikkat et!.. Vallâhi ya Allah’a karşı takvâ sahibi olursun ya da sana azap eder.»” (Muvatta’, Kelâm, 24)

İşte Hz. Ömer bu şekilde devamlı nefsine takvâ telkin ederek müttakîler derecesine ulaştı ve takvâsı dillere destân oldu. Allah kendisinden râzı olsun.

Elde edilmesi zor olan takvâ, öyle bir berekettir ki hem dünyada hem de âhirette bütün insanlara hayır olarak yeter. Resûlullah üçüncü hadisimizde, Kur’ân’daki bir âyet ile amel ettikleri takdirde onun bütün insanlara kâfî geleceğini haber vermiş ve:

“Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa, Allah ona bir çıkış ve kurtuluş yolu ihsân eder” âyet-i kerimesini tilâvet buyurmuştur.

 

TAKVA SAHİPLERİNİN MÜKAFATI

Cenâb-ı Hak, bunun akabinde gelen âyetlerde takvâ sahiplerine lûtfedeceği ihsanları şöyle zikreder:

“(Kim takvâ sahibi olursa, Allah) hiç beklemediği yerden onu rızıklandırır.” (Talâk 65/3)

“…Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

İşte bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını artırır/çok büyük ecirler ihsân eder.” (Talâk 65/4-5)

Görüldüğü gibi Cenâb-ı Hak, ehemmiyetine binâen takvâ sahibi olmayı âyetlerde defalarca tekrarlamaktadır.

Rızık sadece yiyip içilecek şeyler değildir. Maddî ve mânevî her türlü nimet, rızıktır. Gönül huzuru, ağız tadı, âile saâdeti, Allah’a kulluk yapabilme, âhirete hazırlıkta bulunabilme, evlatların mürüvvetini görme, sıhhat, âfiyet… hep rızıktır. İşte takvâ sahipleri bu tür maddî mânevî rızıklarla merzûk kılınırlar.

Ebû Katâde ve Ebu’d-Dehmâ (r.a.), Beytullah’a çokça sefer yaparlar, çok haccederlerdi. O ikisi şöyle anlattılar:

“Bir defâsında çöl ehlinden bir kişinin yanına vardık. Ona:

«–Hiç Resûlullah Efendimiz’den bir şey işittin mi?» diye sorduk. O bedevî de:

«–Evet, işittim» dedi ve şunları anlattı:

Resûlullah elimi tuttular ve Allah Teâlâ’nın kendisine öğrettiği şeylerden bana öğretmeye başladılar. Kendilerinden öğrendiğim şeyler arasında şu mübârek sözleri de vardı:

«–Sen Allah’tan korkarak (yanlış) bir şeyi terkedersen, Allah sana ondan daha hayırlısını (dünyada veya âhirette) mutlaka ihsân eder!».” (Bkz. Ahmed, V, 78, 79, 363)

Cenâb-ı Hakk’ın takvâ sahibi kullarına bir ihsânı daha vardır ki o da çok mühimdir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı takvâ sahibi olursanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış (Furkân) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi mağfiret eder. Allah büyük lûtuf sahibidir.” (Enfâl 8/29)

Kul Allah’ın emir ve nehiyleri karşısındaki hassasiyeti neticesinde kendisine lûtfedilen bu kâbiliyet ve anlayış sayesinde, iyiyi kötüden tefrik ederek iki cihan saâdetine kavuşur. En zor ve hatta menfî şartlarda dahî bir çıkış yolu bularak her işini hayra tebdil eder.

 

TAKVA ÜZERE YAŞANAN HAYATIN MÜKÂFATI

Böylesine takvâ üzere yaşanan bir hayatın mükâfâtı ise;

  • Cenâb-ı Hakk’ın medh ü senâsına, dostluğuna, düşmanlara karşı yardımına,  muhabbetine nâil olmak,

  • Allah katında makbûliyete ermek, (Hucurât 49/13)

  • Amellerin ıslah edilerek günahların bağışlanması, (Ahzâb 33/70-71)

  • Âhiret hüzünlerinden kurtulup ölüm anında müjdeyle karşılanmak, (Yûnus 10/63)

  • Cehennem azabından kurtulup Cennette ebedî saâdete vâsıl olmak gibi lûtuflardır.

Âhiret, Rabbimizin katında, müttakîlere mahsustur.  Onlar orada emîn bir makâmdadırlar.  Cennetler, pınarlar, nehirler, gölgeler ve her türlü nimetler onlar için hazırlanmıştır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Şüphesiz müttakîler cennetlerde ve ırmak kenarlarında nûr içindedirler. Kudretine nihâyet olmayan padişahlar padişahının yüce huzûrunda doğrulara has sadâkat meclisindedirler.” (Kamer 54/54-55)

Bundan daha büyük bir mazhariyet olabilir mi? Rabbim cümlemize nasîb eylesin!. Âmîn!

Dördüncü hadisimizde ise Allah’ın takvâ üzere hayat yaşayan kullarını sevdiği haber verilmektedir.

Âyet-i kerimelerde de şöyle buyrulur:

“Allah müttakîleri sever.” (Âl-i İmrân 3/76)

“Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.” (Bakara 2/194; Tevbe 9/36; Nahl 16/128)

Allah’ın bir kulunu sevmesi ve O’nunla beraber olması, kıymeti takdir edilemeyecek derecede büyük bir nîmettir. İşte Cenâb-ı Hak, bu emsalsiz nimetleri müttakîlere ihsân edeceğini müjdelemektedir.

Takvâ sahibi bir mü’min, gönlü zengin ve hayır ehli olur, ibadetlerinde titiz davranır ve kimseye zararı dokunmaz. Kul hakkından büyük bir îtinâ ile kaçınır. Geçim ehli olduğundan herkesle ülfet eder ve herkes de onunla ülfet edebilir. Böyle bir kulu Cenâb-ı Hak da sever Peygamber Efendimiz de, diğer kullar da…

Nitekim Efendimiz şöyle buyurur:

“Şüphesiz benim dostlarım müttakîlerdir.” (Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4242)

“İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun Allah’a karşı takvâ sahibi olan müttakîlerdir.” (Ahmed, V, 235; Heysemî, IX, 22)

Çünkü böyle insanlar, mahlûkâtın en keremlisi, en hayırlısı ve en değerlisidir. Nitekim beşinci hadisimizde Peygamber Efendimiz’e insanların en üstünü sorulunca, “En fazla takvâ sahibi olanlarıdır” buyurmuştur.

İnsanlar arasındaki ırk, renk, millet, kabîle, mal, mülk gibi farklılıklar, Cenâb-ı Hak tarafından pek çok hikmetlere binâen takdir edilmiştir. Bunların tâyin edilmesinde insanların tesiri yoktur. Dolayısıyla hakîkî mânâda övünülecek şeyler bunlar değildir. İnsanın Hak katında medhedilmesini sağlayacak yegâne değer, onun büyük gayretler neticesinde elde edeceği takvâ hâlidir.

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât 49/13)

Efendimiz, Hak katındaki yegâne kıymet ve makbûliyet ölçüsünün takvâ olduğunu Ebû Zer Hazretleri’ne hitâben şöyle ifade buyurmuştur:

“Bak! Sen ne kırmızıdan ne de siyahtan üstün değilsin. Onlara karşı ancak takvâ ile üstün olabilirsin.” (Ahmed, V, 158)

Bu sebeple Allah Resûlü, her fırsatta ashâbına ve ümmetine takvâyı tavsiye ederdi. Meselâ ashâbına yaptığı hitâbelerde hep takvâyı tavsiye etmiştir. Kendisine gelip:

“–Yâ Resûlallah! Yolculuğa çıkıyorum; bana tavsiyede bulun!” ricâsında bulunan sahâbîsine:

“–Senin için en lüzumlu şey Allah’a karşı takvâ sahibi olmandır…” buyurmuştu. (Tirmizî, Deavât, 45/3445)

Huzûruna çıkıp:

“–İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir?” diye soranlara yine takvâ ve güzel ahlâkı tavsiye etmiştir. (Tirmizî, Birr, 62/2004; İbni Mâce, Zühd, 29)

Vefat ederken son sözleri de hep takvâ üzerine olmuştur.

TAKVANIN ÖNEMİ

Altıncı hadisimizde takvânın ne kadar mühim olduğunu gösteren bir tavsiye ile daha karşılaşıyoruz:

“Bir şey hakkında yemin eden kişi, sonra takvâya ondan daha uygun bir şey görürse, (yemininden vazgeçip) takvâ olanı yapsın!”

Aslında yemin, bağlayıcı bir şeydir ve ona sadâkat göstermek gerekir. Yemininden dönen kişi ceza olarak keffâret ödemelidir.  Yemin bu kadar önemli olmasına rağmen, takvâda ileri gidebilmek için Efendimiz’in tavsiyesi, yemini bozup takvâya daha uygun olanı yapmaktır.

Buna misâl teşkil eden şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Bir yoksul gelerek Adiy bin Hâtim’den bir hizmetçi parası veya bunun bir kısmını istemişti. O da:

“–Şu anda yanımda zırh ve miğferimden başka sana verebilecek bir şeyim yok. İstediğini sana vermeleri için âileme bir yazı yazayım” dedi.

Adam buna râzı olmadı. Adiy (r.a.) de kızarak:

“–Bana bak vallâhi sana hiçbir şey vermeyeceğim!” diye yemin etti.

Sonra adam Adiy bin Hâtim’in teklifini kabul etti. Bunun üzerine Adiy (r.a.):

“–Vallâhi Resûlullah Efendimiz’in: «Bir şey hakkında yemin eden kişi, sonra Allah için takvâya ondan daha uygun bir şey görürse, (yemininden vazgeçip) takvâ olanı yapsın!» hadisini işitmeseydim yeminimi bozmazdım” dedi ve keffâret ödeyerek adama iyilikte bulundu. (Müslim, Eymân, 15, 19; İmâre, 13. Ayrıca bkz. Buhârî, Ahkâm, 5, 6; Eymân, 1; Keffârât, 10)

PEYGAMBERİMİZ ALLAH’TAN NELER DİLEDİ?

Takvâ, Allah’tan taleb edilecek meziyetlerin başında gelir. Bu sebeple sekizinci hadisimizde ve başka rivâyetlerde görüldüğü üzere Resûlullah Cenâb-ı Hak’tan hep takvâ istemiştir. Dualarında:

“Allah’ım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim” demiştir. (Müslim, Zikir, 72; Tirmizî, Deavât, 72; İbni Mâce, Dua, 2)

Yolculuğa çıkarken:

“…Ey Allah’ım! Biz, bu yolculuğumuzda senden iyilik ve takvâ, bir de hoşnut olacağın ameller işlemeyi nasip etmeni dileriz” buyurmuştur. (Müslim, Hac, 425; Ebû Dâvûd, Cihad, 72; Tirmizî, Deavât, 45-46)

Biz de Yüce Rabbimizden takvâ isteyelim ve müttakî bir mü’min olabilme gayreti içinde bulunalım.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

bottom of page