
İKRAM FIKHI
İslam Neyse o ... Allah daima üstündür... Allahü Ekber !!!

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V.)' İN FİZİKSEL GÖRÜNÜMÜ TASVİRİ
Günümüzde insanlar, özellikle de gençler birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuÅŸmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoÄŸunluÄŸu doÄŸru yolda olmadığı gibi, tavır ve ahlak güzelliÄŸine de sahip deÄŸildirler. Peki, son Peygamber, Peygamberimizin fiziki yapısı nasıldı?..
Günümüzde insanlar, özellikle de gençler birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuÅŸmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoÄŸunluÄŸu doÄŸru yolda olmadığı gibi, tavır ve ahlak güzelliÄŸine de sahip deÄŸildirler. Bu nedenle insanları doÄŸru olana, en güzel ahlak ve tavıra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kiÅŸi, Hz. Muhammed (sav)'dir. Allah bu gerçeÄŸi bir ayetinde ÅŸöyle bildirmektedir:
"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21)
​
Bu nedenle Hz. Muhammed (sav)'ın güzel vasıflarını tanımak, onu örnek almak her Müslüman için bir görevdir.
Kur'an ayetlerinin yanı sıra sahabelerden aktarılan açıklamalarda da Peygamberimiz (sav)'le ilgili pek çok bilgi verilmektedir. Peygamberimiz (sav)'in ailesiyle ve çevresindeki müminlerle olan iliÅŸkisi, günlük hayatından detaylar, dış görünümü, görenleri hayran bırakan heybeti (hürmetle beraber ÅŸiddetli heyecan hissini veren hâli, azameti), sevdiÄŸi yiyecekler, giyimi ve gülüÅŸü gibi pek çok detay İslam alimleri tarafından "ÅŸemail" kelimesiyle ifade edilir.
Åžemail kelimesi "ÅŸimal"den türemiÅŸtir. Bu kelime "karakter, huy, hal, hareket, davranış ve tavır" gibi anlamlar taşır. Åžemail kelimesi ilk baÅŸlarda daha geniÅŸ anlamlar içerse de, zaman içinde özelleÅŸmiÅŸ ve Peygamber Efendimiz (sav)'in nasıl bir yaÅŸam sürdüÄŸü ile ilgili detayları ve kiÅŸisel özelliklerini ifade eden bir terime dönüÅŸmüÅŸtür.
Rabbimiz'in alemlere üstün kıldığı bu seçkin kulunun karakterine ve görünüÅŸüne dair aktarılan her bir detay, aynı zamanda onun üstün ahlakının da bir yansımasıdır. Peygamber Efendimiz (sav)'in ÅŸemailinin anlatıldığı bu yazının hazırlanmasındaki amaç ise, onun çeÅŸitli kaynaklarda aktarılan güzel özelliklerini inceleyip, yaÅŸamından günümüze öÄŸütler çıkarmaktır.
- Peygamber Efendimiz (sav)'da Tecelli Eden Yaratılış Güzellikleri
Peygamber Efendimiz (sav)'in Ashabı, bu kutlu insanın dış görünümünün güzelliÄŸi, görenleri hayran bırakan heybetinden nuruna ve duruÅŸundan gülüÅŸüne kadar Allah'ın onda tecelli ettirdiÄŸi çeÅŸitli güzellikler hakkında pek çok detay aktarmışlardır. Sayıca oldukça kalabalık olan sahabeler, bu güzellikler hakkında birçok farklı detay vermiÅŸ, Peygamber Efendimiz (sav)'le aynı dönemde yaÅŸamamış olan Müslümanlara Allah'ın Resulünü birçok yönüyle tanıtmışlardır. Bazı sahabeler onu genel özellikleriyle tarif ederken, diÄŸerleri uzun ve detaylı anlatımlarda bulunmuÅŸlardır. Bu anlatımlardan bazıları ÅŸu ÅŸekildedir:
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Dış Görünümü ve GüzelliÄŸi
Hadis: Sahabeleri Peygamberimiz (sav)'in güzelliÄŸini ÅŸöyle anlatıyorlardı:
"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın on dördündeki dolunay gibi parlardı... Burnu gayet güzel idi... Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı idi. AÄŸzı geniÅŸ, diÅŸleri inci gibi parlaktı... Boynu sanki bir gümüÅŸ hüzmesi idi... İki omuzu arası geniÅŸ, omuz kemik baÅŸları kalın idi..." (Büyük Hadis Külliyatı, Cem'ul-fevaid min Cami'il-usul ve Mecma'iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed bin Süleyman er-Rudani, 5. cilt, İz Yayıncılık, s. 31)
Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Resulullah Efendimizin boyu; ne çok uzun, ne de fazla kısa idi. Teni de ne duru beyaz, ne de koyu esmerdi. Saçları ise ne düz, ne de kıvırcık idi. Kırk yaşına geldiÄŸinde, Allah Teala O'nu peygamber olarak gönderdi. Peygamber olduktan sonra, Mekke'de on sene, Medine'de de on yıl kaldı ve altmış yaÅŸlarında vefat etti. Bu fani hayata veda ettiklerinde, saçında ve sakalında yirmi tel ak saç yoktu." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki MollamehmetoÄŸlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, 4.cilt, s.201)
"Resulullah (sav) beyaz, güzel ve mutedil (yavaÅŸ ve mülayim, itidalli) idiler."[Hz. Ebu Tufeyl (ra),G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 519/1]
Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz (sav) orta boylu idi; uzun da deÄŸildi, kısa da deÄŸildi; hoÅŸ bir görünüÅŸü vardı. Saçı ise ne kıvırcık, ne de düzdü. Mübarek (İlahi hayrın bulunduÄŸu ÅŸey, bereketlenmiÅŸ, çoÄŸalmış, hayırlı, uÄŸurlu) yüzlerinin rengi ise nurani beyazdı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 2. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 7-8)
Hadis: Bera b. Azib (ra) anlatıyor:
"... Resullullah Efendimiz'den daha güzel birini görmedim. Omuzlarını döÄŸen saçları vardı. İki omuz arası geniÅŸçe idi. Boyu ise ne kısa idi, ne de uzundu." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki MollamehmetoÄŸlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, IV.cilt, s. 210)
Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) rivayet ediyor: Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimiz (sav)'i anlatırken Onu ÅŸöyle tavsif (vasıflandırırdı) ederdi:
"Peygamber Efendimiz (sav), ne aşırı derecede uzun, ne de kısa idi; O bulunduÄŸu topluluÄŸun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı idi. Mübarek yüzlerinin rengi kırmızıya çalar ÅŸekilde beyaz; gözleri siyah; kirpikleri sık ve uzun; omuz baÅŸları iri yapılı idi... O, insanların en cömert gönüllüsü, en doÄŸru sözlüsü, en yumuÅŸak tabiatlısı ve en arkadaÅŸ canlısı idi."
"Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karşısında çok ÅŸiddetli heyecanlanırlar; üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu her ÅŸeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse; 'Ben, gerek ondan önce, gerek ondan sonra, onun gibi birisini görmedim.' demek suretiyle, O'nu tanıtma hususundaki aczini ve yetersizliÄŸini itiraf ederdi. Allah'ın salat [dua, Peygamberimiz (sav)'e yapılan dua, istiÄŸfar, rahmet, namaz] ve selamı O'nun üzerine olsun." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 18-19)
Hadis: Hz. Hasan (ra) naklediyor:
"Resulullah Efendimiz, yaradılıştan heybetli ve muhteÅŸemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; ÅŸayet kendiliÄŸinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, deÄŸilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuÅŸaklarını geçerdi."
"Peygamber Efendimiz (sav)'in rengi, ezher'ul-levn (pek beyaz ve parlak renk) idi, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. KaÅŸları; hilal gibi, gür ve birbirine yakındı.
Boynu, saf mermerden meydana gelen heykellerin boynu gibi gümüÅŸ berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti..." (bk. age., s. 18, 22, 23)
Hadis: Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
"Hazreti Peygamber (sav), gümüÅŸten yaratılmış gibi nurlu beyazdı; saçları da hafif dalgalı idi." (bk. age. s. 28-29)
"Allah Resulünün alnı geniÅŸ olup hilal kaÅŸlıydı, kaÅŸları gürdü. Iki kaşı arası açık olup, halis bir gümüÅŸ gibiydi. Gözleri pek güzel, bebekleri simsiyahtı. Kirpikleri birbirine geçecek ÅŸekilde gürdü... GüldüÄŸünde diÅŸleri çakan ÅŸimÅŸek gibi parıldardı. Iki dudağı da emsalsiz ÅŸekilde güzeldi... Sakalı gürdü. Boynu pek güzeldi, ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneÅŸ ve rüzgâr gören kısmı, altın alaşımlı gümüÅŸ ibrik gibi gümüÅŸün beyazlığı ve altının da kırmızılığını yansıtır ÅŸekilde parıldardı... GöÄŸsü geniÅŸti, göÄŸsünün düzlüÄŸü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı... Omuzları geniÅŸti... Kol ve pazuları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuÅŸaktı." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 820)
Hadis: Peygamber Efendimiz (sav)'in hicret yolculuÄŸu sırasında çadırını ziyaret ettiÄŸi Ümmü Mabed isimli cömertliÄŸi, iffeti ve cesareti ile tanınan biri, Peygamber Efendimiz (sav)'i tanımamıştır. Ancak Peygamberimiz (sav)'i anlatılanlardan tanıyan kocasına, onu ÅŸöyle tarif etmiÅŸtir:
"Aydın yüzlü ve güzel yaradılışlı idi; zayıf ve ince de deÄŸildi. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirinden iyice ayrılmıştı. Saçı ile kirpik ve bıyıkları gümrahtı (bol, gür). Sesi kalındı. SustuÄŸu zaman vakarlı (ağırbaÅŸlılık, halim ve heybetli oluÅŸ), konuÅŸtuÄŸu zaman da heybetli idi. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisi görünümündeydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoÅŸ bir görünüÅŸü vardı. Çok tatlı konuÅŸuyordu. Orta boylu idi; bakan kimse ne kısa ne de uzun olduÄŸunu hissederdi. Üç kiÅŸinin arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı. ArkadaÅŸları, ortalarına almış durumda hep onu dinlerler; buyurduÄŸu zaman da hemen buyruÄŸunu yerine getirirlerdi. KonuÅŸması tok ve kararlı idi."(İbni Sa'd, Tabakat, I, 230-231; Taberani, el-Mu'cem'ül-Kebir, IV, 49, nu:3605, VII, 105, nu:6510; Hakim, el-Müstedrek, III, 9-10; Beyhaki, Delail'ün-Nübüvve, I,)
Kendisini görenlerin anlattıklarında da görüldüÄŸü gibi, Peygamber Efendimiz (sav) olaÄŸanüstü yakışıklı, görenlerin nefesini kesecek kadar güzel yüzlü ve güzel endamlı idi. Ayrıca atletik ve son derece etkili bir yapısı vardı ve çok kuvvetli idi.
- Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili
Hadis: Osmanlı döneminin önemli alimlerinden olan Ahmet Cevdet PaÅŸa, Peygamber Efendimiz (sav)'in anlatılan özelliklerini bir özet haline getiren bir çalışma yapmıştır. Bu çalışması "Kısas-ı Enbiya" adlı eserinin IV. cüzünde, "Bazı Evsaf-ı Seniyye-i Muhammediyye" baÅŸlığı altında gerçekleÅŸmiÅŸtir:
"... Mübarek cismi güzel, hep azası mütenasip (uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan), endamı gayet matbu, alnı ve göÄŸsü ve iki omuzlarının arası ve avuçları geniÅŸ, boynu uzun ve mevzun (yakışıklı, her bir vasfı ölçülü) ve gümüÅŸ gibi saf, omuzları ve pazuları ve baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalınca idi. Mubarek cildi ise ipekten yumuÅŸak idi.
Kemal-i itidal üzere büyük baÅŸlı, hilal kaÅŸlı, çekme burunlu, oval yüzlü idi. Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyücek ve iki kaşının arası açık, fakat kaÅŸları birbirine yakın idi.
O Nebiyy-i Mücteba (seçilmiÅŸ, kıymetli peygamber), ezherüllevn (rengi nurlu, parlak) idi; yani ne ak, ne de kara esmer, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail (benzer) beyaz ve nurani ve berrak olup, mübarek yüzünde nur lemean (parlardı) ederdi. DiÅŸleri, inci gibi abdar (parlak, saÄŸlam vücutlu) ve tabdar (ışıklı, parlak, büklümlü, kıvrımlı) olup, söylerken ön diÅŸlerinden nur saçılır; gülerken, fem-i saadeti (saadetli aÄŸzı), bir latif (mülayim, yumuÅŸak, nazik, güzel) ÅŸimÅŸek gibi ziyalar (ışıklar) saçarak açılır idi...
Alem-i bekaya (geride kalanların dünyasını) rihlet (göçmek, ölmek) buyurduklarında saçı, sakalı henüz aÄŸarmaya baÅŸlamış, başında biraz ve sakalında yirmi kadar beyaz var idi.
Havassı (duyular) fevkalade kavi (saÄŸlam, kuvvetli) idi. Pek uzaktan iÅŸitir ve kimsenin göremeyeceÄŸi mesafeden görür idi. Elhasıl (sözün özü), en mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücud-ı mes'ud (mutlu vücudu) ve mübarek idi... Onu ansızın gören kimseyi sevgi alırdı ve Onunla ülfet ve musahabet (sohbetler, konuÅŸup görüÅŸmeler) eyleyen kimse, Ona can ü gönülden aşık ve mühib olurdu. Ehl-i fazl'a (kerem, ilim sahibi), derecelerine göre ihtiram (hürmet, saygı) eylerdi. Akrabasına dahi pek ziyade (çok bol, fazladan) ikram eylerdi. Lakin (ancak) onları, kendilerinden efdal (daha faziletli, daha layık, daha iyi) olanların üzerine takdim etmezdi.
Hizmetkarlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi.
Sahi (cömert, eliaçık, herkese iyilik etmek isteyen) ve kerim (herÅŸeyin iyisi, faydalısı), ÅŸefik (ÅŸefkatli, esirgeyen, merhametli) ve rahim (rahmet edici, bağışlayan), ÅŸeci (kahraman, yiÄŸit) ve halim (yumuÅŸak huylu, hoÅŸ muamele yapan) idi. Ahd ü va'dinde (söz vermede) sabit, kavlinde (sözünde) sadık idi. Elhasıl (neticesi), hüsn-i ahlakça (ahlak güzelliÄŸi) ve akl-ü zekavetçe (keskin anlayışı olan akıl) cümle(bütün, tam) nasa (insanlara) faik (üstün, üstünde) ve her türlü medh ü senaya (övgüye) layık idi.
Yemede, giymede kadar-ı zaruret (yoksulluk derecesinde) ile iktifa (yetinir) ve ziyadesinden (fazlasından) iba eylerdi (çekinirdi)" (Ahmed Cevdet PaÅŸa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s. 364-365)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Nübüvvet (peygamberlik) Mührü
Hadis: Allah, Hz. Muhammed (sav)'i alemler üzerine seçmiÅŸ ve onun "peygamberlerin sonuncusu" (Ahzab, 33/40) olduÄŸunu bildirmiÅŸtir. Ondan sonra hiçbir peygamber gönderilmeyecektir ve Kur'an insanlara hidayet rehberi olarak gönderilen en son kitaptır. Allah, Peygamber Efendimiz (sav)'in bu eÅŸsiz özelliÄŸini onun mübarek vücudunda bir izle tecelli ettirmiÅŸtir.
İslami kaynaklarda ve rivayetlerde Peygamber Efendimiz (sav)'in kürek kemikleri arasında bulunan bu iÅŸarete "nübüvvet mührü" ismi verilir. Peygamberimiz (sav)'in mührüne benzer peygamberlik iÅŸaretlerinin diÄŸer peygamberlerde de olduÄŸu, ancak Peygamberimiz (sav)'inkinin daha farklı olduÄŸu el-Müstedrek tarafından Vehb b. Münebbih (ra)'den ÅŸöyle nakletmiÅŸtir:
"... Allah hiçbir peygamber göndermemiÅŸtir ki, onun saÄŸ elindepeygamberlik beni (ÅŸamet'ün-nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bunun istisnasını teÅŸkil etmektedir. Zira Onun peygamberlik beni, (saÄŸ elinde deÄŸil) kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz (sav) bu durum sorulunca: 'Kürek kemiklerim arasında bulunan bu ben, benden önceki peygamberlerin beni gibidir.' demiÅŸtir." (Tirmizı'nin Åžemail isimli kitabının tercümesinden, Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 73) ..."
Hadis: Cabir b. Semüre (ra) anlatıyor:
"Ben Resulullah Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan nübüvvet mührünü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüÄŸünde kırmızımtırak bir yumru idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 36)
Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) naklediyor:
"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimiz (sav)'in vasıflarını anlatırken, Resulullah'ın Hilyesi (güzel sıfatlar, süs, zinet, cevher, güzel yüz, suret, görünüÅŸ) hakkındaki hadisi bütün uzunluÄŸu ile zikreder ve:
'Kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü vardı. Ve O, peygamberlerin sonuncusudur.' derdi." (bk. age., s. 38)
Hadis: Ebu Nadre (ra) anlatıyor: "Ashabdan Ebu Said el-Hudri'ye Resulullah Efendimizin peygamberlik mührünün nasıl bir ÅŸey olduÄŸunu sordum. Mübarek sırtlarında gül tomurcuÄŸu gibi bir et parçası olduÄŸunu söyledi (bk. age., s. 42)
"İki küreÄŸi arasında peygamberlik mührü yer alıyordu. Bu mühür saÄŸ omzuna daha yakındı." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 820)
Hadis: Muhammed b. Müsenna, Muhammed b. Hazm, Åžu'be Simak (ra)'dan:
"Cabir İbn-i Semure'nin ÅŸöyle dediÄŸini duydum: Resulullah (sav)'in sırtında mühür gördüm; güvercin yumurtası gibi idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 36)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Saç, Sakal ve Giyim Tarzı
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Saçı
Peygamber Efendimiz (sav)'in saçının uzunluÄŸu ile ilgili farklı tarifler vardır. Tarifler arasında böyle bir farklılık olması ise doÄŸaldır, çünkü bu bilgileri aktaranlar Peygamber Efendimiz (sav)'i farklı zamanlarda gördükleri için, saçının uzunluÄŸu da farklı olmuÅŸ olabilir. Ancak bu tariflerden anlaşılan Peygamberimiz (sav) saçını en kısa kulağı hizasında, en fazla ise omuzlarına kadar uzatmıştır.
Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Hazreti Peygamber (sav)'in saçları, kulaklarının orta hizasına kadar uzamıştı." (bk. age., s. 49)
Hadis: Hazreti Aişe (ra) validemiz anlatıyor:
"Resulullah'ın mübarek saçları, kulakları ile omuzları arasındaydı. Allah'ın selat ve selamı üzerine olsun." (bk. age., s. 50)
Hadis: Bera b. Azib (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz (sav) orta boylu idi. Omuzları da geniÅŸçeydi. Saçları ise, kulak yumuÅŸaklarını deÄŸerdi."(bk. age., s. 50)
Hadis: Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani (ra) anlatıyor:
"Resulullah Efendimiz Mekke'ye geldiklerinde evimizi teÅŸrif etmiÅŸlerdi. Bu sırada mübarek baÅŸları dört belikli (örgülü) idi."(bk. age., s. 51)
​
Peygamberimiz (sav)'in Saç ve Sakal Bakımı
Peygamber Efendimiz (sav) temizliÄŸe çok önem verdiÄŸi için, saç ve sakal bakımına da önem vermiÅŸlerdir. Bazı kaynaklarda onun yanında daima tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eÅŸyalar bulundurduÄŸu bildirilmektedir (Ali el-Kari, Cem'ul-Vesail fi Åžerh'iÅŸ- Åžemail, İstanbul, s. 96-97) . Hadis: Peygamberimiz (sav) ashabına da aynı tavsiyelerde bulunmuÅŸ ve
"Kim saç bırakmışsa, onun bakımına dikkat etsin." (Ebu Davud, Sünen, IV, 74, nu:4062)
şeklinde buyurmuşlardır.
Peygamberimiz (sav)'in saç ve sakalı ile ilgili diÄŸer aktarılanlar ÅŸu ÅŸekildedir:
Hadis: Hz. Adda İbn Halid'den (ra):
"Mübarek sakalı gayet güzeldi." (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 519/16)
Hadis: Hz. Aişe (ra) validemiz anlatıyor:
"Resul-i Ekrem (sav)... saçlarını tarayıp yaÄŸladığında." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 58)
Hadis: Simak b. Harb (ra) aktarıyor:
"Cabir b. Semüre'den iÅŸittim. Ona, Hazreti Peygamber (sav)'in saçlarının aÄŸarma durumu sorulmuÅŸtu. O da: Mübarek baÅŸlarını yaÄŸladıkları zaman saçlarının akı gözle farkedilmez; fakat baÅŸlarına yaÄŸ sürmedikleri anlarda beyazları görünürdü, dedi."(İbn Adiyye el-Kamil; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 679)
Hadis: Peygamberimiz (sav), dış görünümüne ve temizliÄŸine verdiÄŸi önemle, müminlere güzel bir örnek olmuÅŸtur. Bir rivayette Peygamber Efendimiz (sav)'in bu konudaki tavrı ÅŸöyle belirtilir:
"Bir gün Peygamber (sav) sahabelerinin yanına çıkacağı zaman küpteki suya bakarak sarığını ve sakalını düzeltti ve ÅŸöyle dedi:
Allah, kardeÅŸlerinin yanlarına çıkarken kulunun kardeÅŸleri için süslenmesini sever." (bk. age., s. 679)
Peygamber Efendimiz (sav)'in Giyim Tarzı
Hadis: Peygamberimiz (sav)'in giyimi hakkında da sahabeler pek çok detay aktarmışlardır. Bunun yanı sıra Peygamber Efendimiz (sav)'in müminlere nasıl giyinmeleri gerektiÄŸiyle ilgili olarak tavsiyeleri de onun bu konuya verdiÄŸi önemi ortaya koymaktadır. ÖrneÄŸin Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i ÅŸeriflerinde ÅŸöyle buyurmuÅŸtur:
"Allah güzeldir, güzelliÄŸi sever, güzel giyinmek kibir deÄŸildir, kibir (mazhar olduÄŸun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Åžerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, VII. cilt, AkçaÄŸ Yayınları, Ankara, s. 208)
Hadis: Peygamber Efendimiz (sav)'in torunu Hz. Hasan, onun giyim konusu hakkındaki görüÅŸünü ÅŸöyle ifade etmiÅŸtir:
"Peygamber Efendimiz (sav) bize, elde ettiÄŸimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiÄŸimiz en hoÅŸ kokuları sürmemizi emrederdi." (Buhari, et-Tarih'ul-Kebir, I, 382, nu:1222)
Hadis: Bu konudaki Peygamberimiz (sav)'in bir baÅŸka hadisi de ÅŸu ÅŸekildedir:
"Ey müminler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyininiz ve Allah yolunda sarf ediniz. Ancak, israfa veya kibir ve gurura kaçmayınız."(Buhari, el-Cami'us-Sahih, VII, 33; İbn Mace, Sünen, II, 1192, nu:3605)
Hadis: Peygamber Efendimiz (sav) ashabından biri dış görünümüne önem vermediÄŸinde veya bakımsız olduÄŸunda onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir rivayeti Ebu'l Havas (ra), babasından ÅŸöyle nakletmektedir:
Üzerimde adi bir elbise olduÄŸu hâlde Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelmiÅŸtim. Bana:
"Senin malın yok mu?" diye sordu.
"Evet var." cevabıma:
"Hangi çeÅŸit maldan?" sorusunu yöneltti.
"Her çeÅŸit maldan Allah bana vermiÅŸtir." demem üzerine:
"Öyle ise Allah Teala Hazretleri sana bir mal verdiÄŸi vakit Allah'ın verdiÄŸi bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir." buyurdular."[Nesai, Zinet 83, (8, 196), Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 119].
Hadis: Buna benzer bir baÅŸka olayı ise Hz. Cabir (ra) ÅŸöyle aktarmıştır:
Resulullah aleyhissalatu vesselam, binek hayvanlarımızı güden bir adamımızı gördü. Üzerinde eskimiÅŸ iki parçalı giysi vardı.
"Onun bu eskilerden baÅŸka giyeceÄŸi yok mu?" diye buyurdular. "Evet var." dedim. "Çamaşır torbasında iki giysisi daha var. Ben onları giydirmiÅŸtim."
"Öyleyse çağır onu da, bunları giysin." diye emrettiler. (çağırdım, emr-i Nebeviyi söyledim.), o da onları giyindi. Geri gitmek üzere dönünce, Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Nesi var da bu yenileri giymiyor? Bu daha hoÅŸ deÄŸil mi?" diye buyurdular." [Muvatta, Libas 1, (2, 910); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Åžerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, AkçaÄŸ Yayınları, Ankara, s. 64-65]
Hadis: Peygamberimiz (sav)'in giyim tarzı ile ilgili sahabelerin aktardığı bilgilerden bazıları ise şunlardır:
İbnu Abbas (ra) anlatıyor:
"Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm."[(Ebu Davud., Libas 8, (4037); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Åžerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, AkçaÄŸ Yayınları, Ankara, s.69]
Hadis: Ümmü Seleme (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz (sav)'in en çok sevdikleri elbise çeÅŸidi, gömlek (kamis) idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 85)
Hadis: Ashabdan Kurre (ra) anlatıyor:
"Ben, biat eylemek üzere, Müzeyne kabilesinden bir grup insanla birlikte Resulullah Efendimizin huzurlarına çıktım. Peygamber Efendimiz (sav)'in gömleklerinin yakası düÄŸmesiz olduÄŸundan ..." (bk. age., s. 88)
Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz (sav), giydikleri elbiseler içerisinde, Hibere-i Yemani'yi çok severlerdi." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki MollamehmetoÄŸlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, 3.cilt, s. 283) "
(Hibere, Yemen'de dokunan pamuktan yapılan, kırmızı çubuklu yeÅŸil bir kumaÅŸtır. Eskilerin "alaca" dedikleri desenli kumaÅŸlar için kullanılan bir tabirdir. Bu da kumaşın düz deÄŸil, desenli olduÄŸunu ve birkaç renkten oluÅŸtuÄŸunu gösterir.)
Hadis: El-Bera b. Azib (ra) anlatıyor:
"Kırmızı desenli elbisenin, Peygamber Efendimiz (sav) kadar bir baÅŸkasına yakıştığını görmedim. Bu kıyafetle Resulullah (sav)'ı gördüÄŸümde, mübarek saçları, omuzlarına deÄŸecek kadar sarkmıştı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 94)
Semüre b. Cündüb (ra) rivayet ediyor:
"Beyaz elbise giyiniz. Zira o, son derece temiz ve hoÅŸtur."(bk. age., s.98)
Hadis: Hz. Aişe (ra) anlatıyor:
"Resulullah Efendimiz, bir sabah vakti, üstlerinde siyah yünden dokunmuÅŸ bir izar (peÅŸtemal, futa, göÄŸüsten aÅŸağı örtülen elbiseler) olduÄŸu halde, evlerinden dışarı çıkmışlardı..." (bk. age., s.99)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Dış Kıyafetleri
Hadis: EÅŸa's b. Süleyn (ra) anlatıyor:
"Bana halam anlattı. Ona da amcası anlatmış. Halamın amcası demiÅŸti ki: Bir gün Medine sokaklarında izarımı sürüyerek yürüyordum. Bu sırada arkamdan bir ses iÅŸittim:
"İzarını yukarı kaldır. Zira izarın yerde sürünmemesi, onun daha temiz kalmasını ve uzun müddet dayanmasını saÄŸlar."
diyordu. Arkama dönüp baktığımda bu sözleri söyleyenin Resulullah Efendimiz olduÄŸunu gördüm." (bk. age., s.154)
Hadis: Seleme b. El-Ekva'dan (ra):
"Hz. Osman, uzunluÄŸu bacaklarının yarısına kadar ulaÅŸan bir izar giyer ve 'Arkadaşımın, yani Resulullah (sav)'ın izarları da aynen böyleydi.' derdi." (bk. age., s.155)
Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz (sav)'in Mühr-i Åžerifleri (ÅŸerefli, mübarek mühür) gümüÅŸten yapılmıştı. Kaşı ise HabeÅŸ taşındandı.
Resulullah Efendimiz yabancı devlet reislerine mektup yazmak isteyince, bir mühür yüzük yapılmasını buyurdu.
Peygamber Efendimiz (sav)'in parmağındaki yüzüÄŸün parıltısı hala gözümün önünde duruyor."
Peygamber Efendimiz (sav)'in Mühr-i Åžeriflerinin kaşına, üç satır halinde, "Muhammed Resulullah" ibaresi kazınmıştı. Birinci satırda "Muhammed", ikinci satırda "Resul", üçüncü satırda da "Allah"kelimeleri yer alıyordu. (bk. age., s.114-117)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in YürüyüÅŸ Åžekli
Hadis: Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
"Ben Resulullah Efendimizden daha güzel birisini görmedim; sanki güneÅŸ, onun mübarek yüzünde devrediyor gibiydi. Peygamber Efendimiz (sav)'den daha hızlı yürüyen birisini de görmedim; yürürken âdeta yeryüzü ayakları altında dürülürdü. Bizler, arkalarından giderken, geri kalmamak için büyük çaba harcardık." (bk. age., s.157)
Hadis: Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra), "Dedem Hz. Ali, Resulullah Efendimizi tanıtırken ÅŸöyle derdi:
"Resulullah Efendimiz, yürürken, âdeta yokuÅŸ aÅŸağı inercesine, ayaklarını sertçe kaldırırlardı."
diyerek, Peygamberimiz (sav)'in rahat bir yürüyüÅŸü olduÄŸunu belirtmiÅŸtir.(bk. age., s.158)
Hadis: Hz. Yezid İbni Mirsad (ra) ise ÅŸöyle demiÅŸtir:
"YürüdüÄŸü zaman vakarlı fakat hızlı giderdi. Yanındakiler ona yetiÅŸemezdi."(G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 541/1)
Hadis: Hz. Ebu Atabe (ra)'den:
"Yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü." (bk. age.)
"... Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eÄŸilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak ÅŸekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla birlikte sukunet ve vekar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümünü arzederdi.
Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücudları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele saÄŸa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göÄŸe bakışlarından daha çoktu. ÇoÄŸunlukla göz ucu ile bakarlardı.
Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karşılaÅŸtığı kimselere, onlardan önce hemen selam verirdi." [Tirmizı'nin Åžemail isimli kitabının tercümesinden; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 66-67]
"Hep harekatı mutedil idi. Bir yere azimetinde (Yola çıkmak, gitmek) acele ve saÄŸ ve sola meyletmeyip, kemal-i vekar (ağırbaÅŸlılığın olgunluÄŸu) ile doÄŸru yoluna gider ve fakat sür'at (hızlı) ve sühulet (kolaylıkla) ile yürür idi. Åžöyle ki; âdeta yürür gibi görünür, lakin yanında gidenler, sür'at ile yürüdükleri hâlde geri kalırlar idi." [Ahmed Cevdet PaÅŸa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s. 364-365; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s. 51]
​
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Oturuş Tarzı
Hadis: Kayle binti Mahreme (ra) anlatıyor:
"Resulullah (sav)'i sonsuz bir mahviyet (alçak gönüllülük, tevazu) ve tevazu içinde otururken görünce, heybetinden vücudum titremeye baÅŸladı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Åžemail-i Åžerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 160)
Hadis: Cabir b. Semüre (ra):
"Ben Peygamber Efendimiz (sav)'i, sol tarafına konmuÅŸ bir yastığa dayanmış vaziyette gördüm." (bk. age., s.163)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in KonuÅŸma Åžekli
Hadis: Peygamber Efendimiz (sav) etkileyici üslubu, hikmetli ve keskin hitabıyla tanınan bir insandı. Onun tebliÄŸi insanlar üzerinde çok büyük bir etki oluÅŸturur, sohbetinden herkes çok büyük bir zevk alırdı. Sahabelerden bizlere aktarılan çeÅŸitli rivayetler de onun bu özelliÄŸini ortaya koyar. Bu konuda bazı aktarımlar ÅŸu ÅŸekildedir:
Allah Resulü insanların en beliÄŸ (belagatli kimse, meramını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatmaya muktedir olan. Kafi derecede olan. Yeter olan), en düzgün konuÅŸanı ve en tatlı sözlü olanıydı (aÄŸzından ballar akıyordu)! O, ÅŸöyle diyordu:
"Ben Arabın en fasihiyim (Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuÅŸan)." (Taberani, Hakim; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800,)
Hadis: Hz. AiÅŸe (ra), Resulullah (sav)'in sözlerini ÅŸöyle tarif eder:
"O, sizlerin konuÅŸtuÄŸunuz gibi lafları çabuk çabuk ve peÅŸ peÅŸe sıralamazdı, sözleri az ve özdü. Halbuki sizler cümleleri birbirine ekleyip duruyorsunuz." (El Fevaid, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)
"Allah Resülü çok veciz (kısa, öz, az sözle çok mana ifadesi) konuÅŸurdu. Böyle konuÅŸmasını kendisine Allah katından Cebrail getirmiÅŸti. Kısa cümleler içinde bütün maksadını yansıtırdı. Veciz sözlü cümleler söylerdi, sözlerinde ne fazlalık ne de eksiklik bulunurdu. Kelimeleri bir ahenk içinde birbirini izler, sözcükleri arasında duraklar ve böylece dinleyenleri sözlerini belleyip ezberlerlerdi. Sesi gürdü ve tatlıydı. GerektiÄŸinde konuÅŸurdu, kötü laflar etmezdi. Hiddetli ve hiddetsiz anlarında (nefsi için deÄŸil, Allah'ın rızası için) hep hakkı söylerdi." (Ebu Davud, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)
Hadis: "Güzel olmayan laflar edenlerden yüz çevirirdi. HoÅŸlanmadığı, çirkin saydığı bir sözü konuÅŸmak zorunda kaldığında onu kinaye yoluyla ifade buyururdu." (Buhari, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)
Kendisi sustuÄŸunda huzurdakiler konuÅŸurdu. Katında tartışma yapılmazdı (Tırmizi; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)
Sahabelerinin yüzlerine karşı son derece güler ve gülümserdi, onların konuÅŸtuklarını beÄŸenir, dikkatle dinler, kendisini onlardan biri sayardı. (bk. age., s. 800)
Hadis: Hz. Aişe (ra) anlatıyor:
"Mübarek kelamları seçkindi. Her iÅŸiten onu anlardı."(G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 521/4)
Hz. Ebu Umame (ra)'den:
"İnsanların en güleç yüzlüsü ve hoÅŸcanlısı idiler." (bk. age., 545/4)
Hadis: Hz. Enes (ra) ÅŸunu bildirmiÅŸtir:
"Efendimiz (sav) halkın en latifecisi (hoÅŸ söz, ÅŸaka, mizah, söz ile iltifat) idi." (bk. age., 545/5)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Güzel Kokusu
Peygamber Efendimiz (sav) temizliÄŸe çok önem verirdi. Kendisi sürekli mis gibi, tertemiz, hoÅŸ ve güzel kokar, Müslümanlara da temizliÄŸi tavsiye ederdi. Sahabelerden rivayet edilen bilgilerde Peygamberimiz (sav)'in bu güzel özelliÄŸi hakkında detaylar aktarılmaktadır. Bunlardan bazıları ÅŸu ÅŸekildedir:
Hadis: Enes b. Malik (ra) ÅŸöyle ifade etmektedir:
"Resulullah Efendimiz Medine sokaklarının birinden geçtiÄŸinde O'nun misk gibi kokusu hemen sezildiÄŸinden, halk o yoldan Hazreti Peygamber (sav)'in geçtiÄŸini söylerlerdi. Bizler, Peygamber Efendimiz (sav)'in geliÅŸini, kokusunun güzelliÄŸinden anlardık." (İbn Sa'd Tabakat, I, 398-399; Mecme'uz Zevaid, VIII, 282; el-Metalib'ül-Aliye, IV , 25; Behcet'ül Mehafil, II, 254; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s.280)
Hadis: İbn-i Ebi Adi, Humeyd, Enes (ra)'den:
"Resulullah (sav)ın elinden daha yumuÅŸak ne bir yün kumaşı, ne de bir ipeÄŸe (hayatımda) dokunmadım. Resulullah (sav)'in kokusundan daha güzel (kokan) bir kokuyu da koklamadım." [Buhari, 1/503; Müslim, 2/257; İbn-i Kesir, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Mucizeleri, Çelik Yayınevi, s. 46]
Hadis: Muaz b. HiÅŸam (ra), babasından, Katade, Enes'den ÅŸöyle rivayet etmiÅŸtir:
"Resulullah (sav) güzel kokusu ile tanınırdı. Resulullah (sav) güzel idi. Kokusu da hoÅŸ idi. Bununla beraber kokuyu severdi."(İbn-i Kesir, Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 51)
Hadis: "Cismi nazif (temiz), kokusu latif (hoÅŸ) idi. Koku sürünsün sürünmesin, teni en güzel kokulardan ala kokardı. Bir kimse onunla musafaha (el sıkışmak, tokalaÅŸmak, muhabbetini, arkadaÅŸlığını, sevgisini izhar etmek) etse, bütün gün onun rayiha-i tayyibesini (temiz kokusunu) duyardı ve mübarek eliyle bir çocuÄŸun başını meshetse, rahiya-i tayyibesiyle (temiz kokusuyla) o çocuk, sair (diÄŸer) çocuklar arasında malum (bilinirdi) olur idi." (Ahmed Cevdet PaÅŸa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s.364-365)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in SevdiÄŸi Yemekler
Hadis: "Çok sıcak yemeÄŸi sevmezdi."(Beyhaki, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 802)
Hadis: "En çok hoÅŸlandığı yiyecek etti." (bk. age., s. 803)
Hadis: "Kabağı çok severdi." (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 552/7)
Hadis: "Avlanan kuÅŸ etlerini yerdi." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, age.)
Hadis: "Hurmalardan Acve hurmasını severdi." (bk. age., s. 803)
Hadis: Hz. AiÅŸe (ra) Peygamberimiz (sav)'in sevdiÄŸi yiyeceklerle ilgili ÅŸunları söylemiÅŸtir:
"Tatlı ve balı severlerdi." (G. Ahmed Ziyaüddin, age.)
Hadis: Hazreti Peygamber (sav)'in katık olarak yediÄŸi yemeklerin bir kısmı ÅŸöyle sıralanabilir:
"Koyunun ön kolu ve sırt eti, pirzola, kebap, tavuk, toy kuÅŸu, et çorbası, tirit, kabak, zeytinyağı, çökelek, kavun, helva, bal, hurma, pazı, anber balığı..." [Ebu Davud, III, 496-497, nu: 3840; Nesai, VII, 207-209; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 219]
Hadis: Hz. Aişe (ra) ek olarak şunları bildirmiştir:
"Kavun, karpuzu yaÅŸ hurma ile yerlerdi." (G. Ahmed Ziyaüddin, age.)
Hadis: Hz. Cabir (ra)'den:
"Taze hurma ve kavun çok yerlerdi ve 'bunlar güzel meyvedir'derlerdi."(G. Ahmed Ziyaüddin, age.)
Hadis: "Hiçbir zaman bir yemeÄŸi yermemiÅŸtir. HoÅŸuna giderse yer gitmezse yemezdi. HoÅŸlanmadığında da bir baÅŸkasına kötülemezdi." (Buhari ve Müslimde aynı anlamda rivayetler yer alır. Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 804)
Peygamber Efendimiz (sav)'in sevdiÄŸi bazı yiyecekler için söylediÄŸi sözlerden bir kısmı ise ÅŸöyledir:
"Etin en güzel yeri sırt etidir." (Haydar HatipoÄŸlu, Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Åžerhi, Kahraman Yayınları, 9. cilt, İstanbul 1983, s. 62)
"Sirke ne güzel katıktır." (bk. age., s. 70)
"Mantar kudret helvasıdır." (bk. age., s. 209)
Hadis: "Sinameki ve sennut (tereyaÄŸ tulumuna konulan bal) yemeye devam ediniz. Çünkü bu iki ÅŸeyde samdan (ölümden) baÅŸka her hastalıktan ÅŸüphesiz ÅŸifa vardır." (bk. age., s. 213)
Hadis: "Zeytinyağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yaÄŸ mübarektir."(bk. age., s. 73)
- Peygamber Efendimiz (sav)'in SevdiÄŸi İçecekler
Hadis: Hz. AiÅŸe (ra) bildiriyor:
"Åžerbetlerin içinde tatlı ve soÄŸuk olanını severlerdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, age., 521/15)
"Peygamber Efendimiz (sav) bal ÅŸerbeti, hurma ve kuru üzüm şırası gibi içecekleri severlerdi."[Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Åžemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s.261]
Hadis: "Peygamber Efendimiz (sav)'in en çok sevdiÄŸi içecek, soÄŸuk, tatlı ÅŸerbetlerdi." (bk. age.)
Hadis: "Åžerbetlerin içinde en çok bal ÅŸerbetini severdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, age., 521/17) .
Hadis: "İçilecek ÅŸeylerde en çok sütü severlerdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, age., 521/18)
Hadis: Peygamberimiz (sav) süt için ÅŸöyle buyurmuÅŸlardır:
"Allah bir kimseye yemek yedirdiÄŸi zaman o kimse, 'Allah'ım, bize bu yemeÄŸi bereketli kıl ve bize bundan hayırlı rızık ver' diye dua etsin. Allah bir kimseye bir miktar süt içirdiÄŸi zaman da o kimse, 'Allah'ım, bize bu sütü bereketli kıl ve bize daha çok süt ver.' diye dua etsin. Çünkü yiyeceÄŸin ve içeceÄŸin yerini tutan sütten baÅŸka bir ÅŸeyi bilmiyorum." (Haydar HatipoÄŸlu, Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Åžerhi, Kahraman Yayınları, 9. cilt, İstanbul 1983, s. 75)
Hadis: Peygamberimiz (sav)'in su için söyledikleri:
Peygamberimiz (sav) özellikle yolculuklar sırasında ashabına su dağıttırırdı. ÖrneÄŸin bir yolculuÄŸu sırasında, bir yerde durmuÅŸ ve yanındakilerden su istemiÅŸtir. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiÅŸ ve yanındaki sahabelerine de "Siz de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün." demiÅŸtir.(Konyalı Mehmed Vehbi, Tam Metni Sahih-i Buhari, 4. cilt, Üçdal NeÅŸriyat, İstanbul 1993, s.64-65)
Resulullah (sav) su içtikten sonra ÅŸöyle dua etmiÅŸtir:
Hadis: "Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah'a hamd olsun." (İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.16)
Hadis: Resulullah (sav) bir baÅŸka sözünde ise su için ÅŸöyle buyurmuÅŸtur:
"Allah suyu temizleyici olarak yarattı. Tadını veya rengini veya kokusunu deÄŸiÅŸtiren maddeler dışında, hiçbir nesne onu pislemez." (İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 1. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.295)
Kaynaklar:
Prof. Dr. İbrahim Bayraktar, Hz. Peygamber’in Åžemaili.
Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998.
(Sorularla İslamiyet)
MUHAMMED VE ÜSTÜN UNVANLARI
Muhammed İsminin Anlamı
1. Çok övülmüÅŸ, hamd edilmiÅŸ.
2. Birçok güzel huylara sahip.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a.) ismi. Dedesi Abdülmuttalib (as) tarafından, gökte hak yerde halk övsün niyetiyle bu ad konulmuÅŸtur.
Kur’an’da Ali İmran 144, Ahzab 40, Muhammed 2 ve Fetih 29. ayetlerde geçer.
​
Üstün Kelime Manası
(I) sf. 1. Benzerlerine göre daha yüksek bir düzeyde olan, onları geride bırakan: “Bu nazire gazeller muhakkak ki onlardan çok üstündü.” –A. H. Çelebi.
2. Birine veya bir ÅŸeye göre nitelik bakımından daha yüksek, daha elveriÅŸli olan, faik.
(II) a. db. esk. Arap harfli metinlerde bir ünsüzün a, e seslerinden biriyle okunacağını gösteren iÅŸaret, fetha.
ANLAÅžILAN :
Muhammed, çok övülmüÅŸ demektir.
Üstün, Benzerlerine göre daha yüksek bir düzeyde olan, onları geride bırakan demektir.
Allah (c.c.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.)' e üstün ve çok övümüÅŸ isim ve ünvanını vermiÅŸtir.
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) BİLGİLERİ
Peygamberimizin DoÄŸumu
Hicri: 12.03(Rebiülevvel). (-53)
Miladi: 20.04(Nisan).571 Pazartesi Mekke' de Dedesi Abdulmuttalib' in evinde doÄŸmuÅŸtur.
Peygamberlik Tarihi
Hicri: 27.09(Ramazan).(-13)
Miladi: 13.05(Mayıs).610 ÇarÅŸamba Nur Dağı Hira MaÄŸarasında Kadir Gecesi Peygamber olmuÅŸtur.
Hicret Tarihi (16.07.622)
Hicri: 0 Hicri Takvim Başlangıcı Peygamberimiz Hicri 52- 53 yaşında hicret etti.
Miladi: 16.07.622 Peygamberimiz Miladi 51-52 yaşında hicret etti.
Peygamberimizin Vefat Tarihi
Hicri: 13.03(Rebiülevvel).11
Miladi: 08.06(Haziran).632 Pazartesi Mekke' de Evinde vefat etmiÅŸtir.
Peygamberimizin Vefat Yaşı
Hicri: 13.03.11 - 12.03.(-53) = 64 Yıl 1 Gün
Miladi: 08.06.632 - 20.04.571 = 61 Yıl 1 Ay 18 Gün
Peygamberlik Süresi
Hicri: 13.03.11 - 27.09.(-13) = 23 Yıl 5 Ay 16 Gün
Miladi: 08.06.632 - 13.05.610 = 22 Yıl 0 Ay 25 Gün
PEYGAMBER EFENDİMİZİN SİMASI
Beni İsrail Siması
Yahudilikte tanrı algısı (antropomorik) insan benzeri bir algıdır. Yahudi tanrı algısında Tanrı zaman-zaman insana dönüÅŸür ve beÅŸeri vasıflar taşır. Mesela insan’ı yarattığı için piÅŸman olur. (Tekvin: 6: 5-7.) Hz. İbrahim’in hanımı Sarah’ı hamile bırakır. (Tekvin:21-1-2.)
Yakup ile güreÅŸir yorulur ve dinlenir. Ve Yakup’a üstünlük verilir. Beni İsrail lakabını oradan aldığını idda ederler.
Kuran’da beni İsrail,17 yerde geçer. Ey israiloÄŸulları olarak 2 yerde geçer.
Beni İsrail, Hz Yakup’un lakabıdır. Hz Yakup Yüce Allah tarafından SeçilmiÅŸ seçkin insan demektir. Beni İsrail, İsrailoÄŸulları 12 kabilenin tümüne de denir. O cağın üstün milletli demektir.
DoÄŸrusu onları, akıl sır ermez ilahi bir bilgiye istinaden çaÄŸdaÅŸları olan tüm toplumlar içerisinden böyle seçmiÅŸtik. Ve onlara sınav olduÄŸu ayan açık belli olan mucizevî iÅŸaretler vermiÅŸtik. (44-Duhan/32-33.)
ANLAÅžILAN :
Beni İsrail esasen Hz. Yakup' un lakabıdır ve sonrasında da Soyundan olan İsrail Oğullarına denir.
Beni israil siması da budur.
Peygamber efendimiz ve Mehdi beni İsrail simasından olduÄŸuna göre Demek ki Hz. Yakup' a benzerler.
O da İsrailoğullarındandır.
PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V) AİLESİ VE AKRABALARININ İSİMLERİ
Babasının adı: Abdullah
Annesinin adı: Âmine
Dedesinin adı (Babasının babası): Abdulmuttalip
Babaannesinin adı: Fâtıma bint-i Ömer el-Mahzûmiyye
Dedesinin adı (Annesinin babası): Vehb
Anneannesinin adı: Berre
Amcaları: Zübeyr (Ebû Tâhir), Ebû Tâlib, Abbâs, Dırâr, Hamza, Mukavvim, Hacl, Hâris, Ebû Leheb, Gaydak, Abdülkâbe, Kusem.
Halaları: Ümmü Hakîm el-Beydâ, Âtike, Ümeyme, Ervâ, Berre, Safiyye.
Teyzeleri: Ferîda ve Fahita
Dayıları: AbdyaÄŸûs, UbeydyaÄŸûs.
Hanımlarının isimleri:
Hatîce bint-i Huveylid, Sevde bint-i Zem‘a, ÂiÅŸe bint-i Ebû Bekir, Hafsa bint-i Ömer, Zeyneb bint-i Huzeyme, Ümmü Seleme (Hind bint-i Huzeyfe), Zeyneb bint-i CahÅŸ, Cüveyriye bint-i Hâris, Safiyye bint-i Huyey, Ümmü Habîbe (Remle bint-i Ebû Süfyan), Meymûne bint-i Hâris, Mâriye bint-i Åžem‘ûn.
Çocuklarının isimleri:
Erkekler: Kâsım, Abdullah (Tayyib ve Tâhir), İbrahim.
Kızlar: Zeyneb, Rukıye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma.
Torunlarının adları:
Erkekler: Ali, Abdullah, Hasan, Hüseyin, Muhsin.
Kızlar: Ümâme, Ümmü Gülsüm, Zeyneb.
Damatlarının İsimleri: Hz. Ali (r.a) ve Hz. Osman (r.a)
Ebesinin adı: Åžifâ bint-i Avf (Ümmü Abdurrahmân)
Dadısının adı: Ümmü Eymen
Süt Anneleri: Süveybe el-Eslemiyye (Ebû Leheb’in âzâtlı câriyesi), Halîme bint-i Ebî Züeyb es-Sa’diyye.
Süt KardeÅŸlerinin isimleri:
Süveybe’den: Abdullah bin CahÅŸ, Hamza bin Abdülmuttalib, Ebû Seleme bin Abdülesed, Mesrûh bin Süveybe.
Halîme’den: Halîme’nin kocası Hâris’in çocukları Abdullah, Üneyse, Huzâfe (Åžeymâ).
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.V) SOYU
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendinmiz’in temiz ve pak soyu yirmi birinci kuÅŸaktan atası olan Adnân vasıtasıyla Hz. İbrahim -aleyhisselâm-’in oÄŸlu Hz. İsmail -aleyhisselâm-’a dayanmaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimzi’in soyunun da mensup olduÄŸu Kuzey Araplarına İsmâilîler veya Adnânîler gibi isimler de verilmektedir (Araplar’ın diÄŸer ana kolu, anayurdu Güney Arabistan olan Kahtânîler’dir).
Hz. Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Adnân’a kadar soy kütüÄŸü kesin olarak bilinmekte olup ÅŸöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib (Åžeybe) b. HâÅŸim b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Kâ‘b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr (KureyÅŸ) b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Mead b. Adnân. Bu tabloya göre Hz. Peygamber, Araplar’ın, Hz. İbrahim’in oÄŸlu Hz. İsmail’in soyundan gelen Adnânîler kolundan, KureyÅŸ kabilesinin HâÅŸimoÄŸulları sülâlesine mensup Abdullah b. Abdülmuttalib’in oÄŸludur.
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) HZ. AİŞE İLE KAÇ YAÅžINDA EVLENDİ
Birçok tarihi kaynak AiÅŸe validemiz ile ablası Esma arasındaki yaÅŸ farkının 10 olduÄŸunu kaydettiler. (Nevevi,Tehzib'ül-Esma 2/597, Hakim, Müstedrek 3/635)
​
Hicretin 73. yılında 100 yaşında vefat etmiÅŸ olan Esma hicret sırasında yaklaşık 27 yaÅŸlarında idi. Onun, AiÅŸe validemizden de 10 yaÅŸ büyük olduÄŸu da bilindiÄŸine göre, AiÅŸe validemizde hicret sırasında 17 yaÅŸlarında olduÄŸu açıkça görülür. (Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet BERKİ, Osman KESKİNOÄžLU, s:210)
​
AiÅŸe validemiz Hicretten yaklaşık 1 yıl sonra evlendiÄŸi de bilindiÄŸine göre AiÅŸe validemiz Hz . Muhammed ile evlendiÄŸinde yaklaşık 18 yaşındaydı. Bu uydurma rivayetin karşısındaki en saÄŸlam delil budur. Çünkü AiÅŸe validemizin doÄŸum ölüm vb.. kayıtlarına tarih kitaplarında rastlamazken ablası Esma hakkında bu tür bilgiler kayıt altına alınmıştır.
​
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED(S. A. V.) ' İN ÇOCUKLARI
Rasûl-i Ekrem Efendimizin üçü erkek dördü kız olmak üzere yedi çocuÄŸu doÄŸmuÅŸtur. Bunlar doÄŸuÅŸ sırasıyle Kasım, Zeyneb, Rukayye, Ümmü Külsûm, Fâtıma, Abdullah, İbrahim isimlerini taşımışlardı. Bu yedi çocuÄŸun altısı Hazreti Hadîce'den, yedincisi Mısırlı Hazreti Mâriye'den idi.
İbni İshak, Peygamberimizin (Tâhir) ile (Tayyib) adında iki evlâdı daha olduÄŸunu söylemekte ise de bunların Abdullah'ın sıfatları olduÄŸu bildirilmiÅŸtir.
1) Kasım:
Rasûl-i Ekremin ilk çocuÄŸu Kasım idi. Bu sebepten künyesi: Ebül-Kasım (Kasımın babası) oldu. Hazreti Peygamber, Ebûl-Kasım adiyle çağırılmasından hoÅŸlanırdı. Ashab da kendisini bu isimle çağırırlardı.
İbni Sa'de göre, Kasım iki sene yaÅŸadı. Mekkede vefat etti. Rasûl-i Ekremin çocukları içinde ilk ölen Kasım oldu.
2) Zeyneb:
Peygamberimiz'in en büyük kızıydı. Kasım'dan sonra doÄŸmuÅŸtu. Zeyneb doÄŸduÄŸu zaman, Rasûl-i Ekrem otuz yaşındaydı. Mekke'de doÄŸmuÅŸ olan Zeyneb, Hicretin sekizinci senesi Medine'de vefat eyledi. Vefatında otuz yaşında bulunuyordu.
Zeyneb, önce, teyzesinin oÄŸlu Ebûl'as ile evlenmiÅŸti. Ebûl as bidayette müÅŸriklerden ayrılmadığı için, "Bedr" gazvesinde Müslümanların eline esir düÅŸmüÅŸ, kurtulunca, Zeynebi Medine'ye göndereceÄŸine söz vermiÅŸti. Rasûl-i Ekrem, ailesini getirmek için, "Harise oÄŸlu Zeyd"i göndermiÅŸti. Zeynebi Medine'ye götüren Zeyd oldu. Zeyneb Medine'ye gitti ve fakat zevci Ebûl'as Mekke'de kaldı.
Ebûl'as, bir seriyye esnasında yine Müslümanların eline esir düÅŸtü ve fakat Hazreti Zeyneb'in himayesi sayesinde serbest bırakıldı. Ebûl'as, ikinci defa esirlikten kurtulunca, Mekke'ye gitti. Emanetleri sahiplerine verdikten sonra, Müslümanlığı kabul etti. Medine'ye hicret eyledi. Müslüman olduÄŸu için nikâhları yenilendi.
Ebûl'as, Hazreti Zeynebe iyi muamele ederdi. Bu yüzden, Rasûl-i Ekremin takdirini kazandı. Zeyneb, kocasına tekrar kavuÅŸtuktan sonra çok yaÅŸayamadı. Vefatında, cenazesi "Ümmü Eymen" ile "Hazreti Sevde" tarafından yıkandı. Namazını Rasûl-i Ekrem kıldı. Mezarına Ebûl'as indirdi.
3) Rukayye:
Rasûl-i Ekremin ikinci kızıydı. DoÄŸduÄŸu zaman Hazreti Peygamber Efendimiz, otuz üç yaşında bulunuyordu. Rukayye babasının peygamberliÄŸinden önce, Ebû Leheb'in oÄŸlu, Utbe ile niÅŸanlanmıştı. Rasûl-i Ekrem, halkı İslama dâvete baÅŸlayınca Ebû Leheb, oÄŸlunu çağırdı:
"OÄŸlum! Muhammed'in kızından ayrılmıyacak olursan, ben senden ayrılırım." dedi. Utbe de babası Ebû Leheb'in teÅŸvikiyle "Rukayye"yi bıraktı. O zaman Rukayye, Hazreti Osman ile evlendi. HabeÅŸistana göç eden ilk kafileye Hazreti Osman, zevcesi Hazreti Rukayye ile birlikte katılmışlardı. Hazreti Osman, HabeÅŸistan'dan Mekke'ye dönmüÅŸ, oradan da Medine'ye hicret etmiÅŸti. Rukayye, Bedr gazası günlerinde hastalanmış, bu yüzden Hazreti Osman, Bedr muharebesinde bulunamamış, hattâ zevcesi başında kaldığı için, mazeretliler arasına konulmuÅŸtu.
Bedr gazası zaferini Harise oÄŸlu Zeyd, Medineye ulaÅŸtırdığı gün, Hazreti Rukayye vefat etmiÅŸti. Rasûl-i Ekrem de, Bedr savaşı yüzünden, kızı Rukayye'nin cenazesinde bulunamamıştı.
4) Ümmü Külsüm:
İslâmiyet gelmeden önce doÄŸdu. Annesi Hazret-i Hadîce’dir. Ümmü Gülsüm İslâmiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in ikinci oÄŸlu Uteybe ile niÅŸanlanmıştı. İslâmiyet gelince Ebû Leheb îmân etmedi ve İslâmiyet'in çok azgın bir düÅŸmanı oldu. Onun hakkında (Tebbet) sûresi nâzil olunca oÄŸluna Ümmü Gülsüm’den ayrılmasını söyledi. O da babasını dinliyerek ayrıldı.
Bedr gazasının sonunda, Hazreti Rukayye'nin ölümünden bir yıl sonra, Hicretin üçüncü yılı, Hazreti Osman'la evlendi.
Buhârînin bildirdiÄŸine göre, Hafsa dul kalınca, Hazreti Ömer, Osman'a müracaat ettiÄŸi zaman, Hazreti Osman tereddüt etmiÅŸti. O zaman Rasûl-i Ekrem, Ömere:
"Ben sana Osman'dan, Osman'a da senden daha iyi bir adam bulacağım. Kızını bana ver, ben de kızımı Osman'a vereyim." demişti.
Hazreti Osman'la evlenen Ümmü Külsûm, onunla altı yıl beraber yaÅŸadı. Hicretin dokuzuncu senesi vefat etti. Cenaze namazı Rasûl-i Ekrem tarafından kılındı. Hazreti Ali Hazreti Fadl ve Hazreti Üsâme tarafından gömüldü.
Hazreti Osman, Rasûl-i Ekremin iki kızı: Rukayye ve Ümmü Külsûm ile evlendiÄŸi için, "İki nur sahibi" mânâsına "Zinnûreyn" sıfatını kazanmıştı.
5) Fâtıma:
Rasûl-i Ekrem (as)'in en küçük ve fakat en sevgili kızıydı. İlâhî vahiy ilk geldiÄŸi zaman, Mekke'de doÄŸdu. Hicretin ikinci senesi Medine'de Hazreti Ali ile evlendi. Evlendikleri zaman Hazreti Fâtıma on beÅŸ, Hazreti Ali yirmi dört yaşındaydı. Rasûl-i Ekrem, kızı Fâtıma için, yatak çarÅŸafı, iki deÄŸirmen, bir su tulumu hazırlamış, Hazreti Fâtıma, deÄŸirmenlerle su tulumunu, bütün ömrü boyunca kullanmıştı.
Rasûl-i Ekrem Hazreti Ali ile Hazreti Fâtıma'nın iyi geçinmesini ister, aralarında ihtilâf çıkarsa, onları barıştırırdı. Bir gün Ali, Fâtıma'ya ÅŸiddetli bir muamelede bulunmuÅŸ, Fâtıma de Rasûl-i Ekreme baÅŸvurarak Ali'yi ÅŸikâyet eylemiÅŸti. Fâtıma'dan sonra, Ali gelmiÅŸ, o da Fâtıma'yı ÅŸikâyette bulunmuÅŸ, fakat Rasûl-i Ekrem ikisin de barıştırmıştı.
Bir defa da, Hazreti Ali ikinci bir zevce almaya kalkmış, bunu haber alan Rasûl-i Ekrem çok üzülmüÅŸ bir hutbesinde;
"Benim kızım benim ciğerparemdir. Kızımı kederlendiren her şey, beni de kederlendirir."
demiÅŸ, bunun üzerine Hazreti Ali teÅŸebbüsünden vazgeçmiÅŸ, Hazreti Fâtıma'nın saÄŸlığında baÅŸka bir kadınla evlenmemiÅŸti:
Hazreti Fâtıma, Hicretin on birinci senesi, babasından altı ay sonra vefat eyledi. Rasûl-i Ekrem Efendimizin irtihalinde kızı yirmi beÅŸ yaşındaydı.
Rasûl-i Ekrem, kızı Fâtıma'yı çok severdi. Hastalığı sırasında onu yanına çağırdı. Kulağına fısıldadı. O zaman Fâtıma aÄŸladı; sonra yine fısıldadı. Bu sefer, Fâtıma'nın yüzü güldü. Hazreti ÂiÅŸe sordu. Hazreti Fâtıma da:
"Önce, Rasûl-i Ekrem, hastalığı sonunda öleceÄŸini söyledi, aÄŸladım. Sonra, ailesi içinde kendisine ilk kavuÅŸacak olanın ben olduÄŸumu haber verdi. O zaman da sevindim."
diye cevap vermiÅŸti.
Rasûl-i Ekrem Efendimizin soyunu yaÅŸatan Hazreti Fâtıma oldu. Fâtıma'nın beÅŸ çocuÄŸu oldu: Hasen, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Külsûm, Zeyneb isimlerinde idi. Bunlardan Muhsin, küçükken vefat etmiÅŸti.
6) Abdullah:
Hicret'ten önce, on birinci senesi Mekke'de doÄŸdu, üç ay yaÅŸadı. Küçükken öldü. "Tâhir ve Tayyeb" Abdullah'ın diÄŸer isimleriydi.
7) İbrahim:
Rasûl-i Ekrem'in en küçük çocuÄŸu ve en küçük oÄŸluydu. Hicretin sekizinci senesi Medine'de doÄŸdu. İbn İshaka göre, Resûl-i Ekrem'in İbrahim'den baÅŸka bütün çocukları, Peygamberlikten önce doÄŸmuÅŸlardı. İbrahim, Mısırlı Hazreti Mâriye'den dünyaya gelmiÅŸ, Hazreti ÂiÅŸe'nin rivayetine göre, on yedi veya on sekiz aylıkken vefat etmiÅŸti.
Rasûl-i Ekrem, İbrahim'in doÄŸumundan çok memnun olmuÅŸ, yedinci günü bir ziyafet vermiÅŸ, fukaraya sadaka dağıtmış, oÄŸluna Hazreti İbrahim'in adını takmıştı. Çünkü, Rasûl-i Ekrem'in Hazreti Hadîce'den doÄŸmuÅŸ olan erkek çocukları küçük yaÅŸlarındayken ölmüÅŸlerdi. DiÄŸer zevcelerinden de evlâdı olmamıştı.
Ebû Rafiın zevcesi Selmâ, yeni doÄŸan İbrahime sütannelik yapmıştı. Buhârî, Ümmü Seyf'in İbrahimi emzirdiÄŸini bildirmektedir. Rasûl-i Ekrem, sütanneye uÄŸrar, İbrahimi görür, okÅŸar ve öperdi.
İbrahim, Ümmü Seyf'in evinde öldü. Hazreti Peygamber, çocuÄŸunun hastalığını duyunca, AvfoÄŸlu Abdurrahmân ile onun yanına gitmiÅŸ, İbrahim'in ölüm pençesinde kıvrandığını görünce, dayanamamış aÄŸlamıştı. Abdurrahmân:
"Yâ Resûlallah! Ne yapıyorsunuz?.," deyince, Rasûl-i Ekrem:
"Şefkat duygularım galeyana geldi." buyurmuştu.
Rasûl-i Ekrem, oÄŸlunun cenaze namazını kılmış, Abbâs oÄŸlu Fadl, Zeyd oÄŸlu Üsâme, Maz'un oÄŸlu Osman, İbrahimi mezarına indirmiÅŸti. Beki' mezarlığına gömüldü.
İbrahim öldüÄŸü zaman güneÅŸ tutulmuÅŸtu. Halk, güneÅŸ de mateme katıldı, deyince Rasûl-i Ekrem:
"GüneÅŸ ile ay, Allah'ın âyetlerindendir. Bir fânînin ölümü yüzünden tutulmazlar!"
diye hitapta bulunarak, Müslümanları böyle yanlış anlayışlardan uzaklaÅŸtırmışlardı.
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.)' İN EŞLERİ
1. İlk Eşi Hazreti Hatice (r.a) Validemiz
Hazreti Peygamber’in (sav) ilk evliliÄŸi, Hazreti Hatice validemizle olmuÅŸtur. Hazreti Hatice validemizle evlendiÄŸinde, Efendimiz 25, Hatice validemiz ise, 40’tır. Aralarındaki yaÅŸ farkı, 15’tir. Hatice validemizin, Hazreti Peygamberimiz için yeri, diÄŸer eÅŸlerinden farklıdır. Efendimizin ilk peygamberlik döneminde yanında olmuÅŸ, bütün insanların efendimizi terk edip, alay ettiklerinde O’na teselli vermiÅŸ, ilk vahiy gelmesi durumunda böyle bir ÅŸeyle ilk karşılaÅŸmanın getirdiÄŸi heyecanla efendimizin ürpermesi karşısında tereddüt etmeden ÅŸu yatıştırıcı sözleri efendimize söylemiÅŸtir:
“Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doÄŸrusunu söylersin, iÅŸini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi ÅŸekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin.”
Hatice validemiz, ilk Müslüman olanlardandır. Vahyin onuncu yılında, hicretten üç yıl kadar önce vefat etmiÅŸtir. Efendimiz Hazreti. Hatice vefat ettiÄŸinde çok üzülmüÅŸtür. Peygamber efendimizin amcası Ebu Talib ile eÅŸi Hatice’nin vefatı gibi üzücü hadiseler peÅŸ peÅŸe geldiÄŸinden bu yıla, hüzün yılı denmiÅŸtir.
Efendimizin Hatice validemizle evliliÄŸi 25 sene sürmüÅŸ, İbrahim haricindeki tüm çocukları da Hatice validemizden doÄŸmuÅŸtur. Vefatında efendimizin yaşı 50’dir. Hazreti Peygamber efendimiz evliliÄŸinin büyük bir kısmını gençlik ve olgunluk yaÅŸlarını, kendisinden 15 yaÅŸ büyük Hatice validemizle geçirmiÅŸtir.
2.Hazreti Sevde binti Zem’a (r.a)Validemiz
Sevde binti Zem’a (r.a) da ilk Müslüman olan insanlardandır. EÅŸi HabeÅŸistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiÅŸ validemizde, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, kendisiyle evlenerek, yarasını sardı validemizi periÅŸan olmaktan kurtardı.
Sadece Efendimizin nikâhında bulunmayı düÅŸünen bu yüce validemizin, dünyada dilediÄŸi baÅŸka ÅŸey de yoktu. Efendimizle evlendiÄŸinde yaşı 55’ti. Yaşından da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki gerçek amaç, kimsesiz kalan bir kadının elinden tutarak onu, emin olacağı bir yuvaya kavuÅŸturmaktı.
3.Hazreti AiÅŸe (r.a) Validemiz
Efendimizin bakire olarak evlendiÄŸi ilk ve de tek hanımdır. Validemiz daha sonra halife olacak olan Hazreti. Ebubekir’in kızıdır.
Hazreti AiÅŸe validemiz çok zeki nadide bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve sonraki hizmetleri de göstermiÅŸtir ki, O nadide deÄŸerli olan varlık, ancak peygamber eÅŸi olabilirdi. AiÅŸe validemiz en büyük hadisçi, mükemmel tefsirci ve en deÄŸerli fıkıhçı olarak kendini göstermiÅŸ, her yönüyle Hazreti Peygamber’i temsil etmeye çalışmıştır.
Efendimizin Hazreti iÅŸe ile evliliÄŸi, kendisinden ayrılmayan, çektiÄŸi sıkıntılara birlikte katlanan, maÄŸara arkadaşı Hazreti Ebu bekir için en büyük hediye olmuÅŸtur.
4. Hazreti Hafsa binti Ömer (r.a) Validemiz
Hazreti Hafsa validemiz dul bir kadındır. EÅŸi Bedir Savaşı’nda ÅŸehid olmuÅŸ bir mücahittir. Kocasının vefatından sonra yalnız kalmıştır. Babası Hazreti Ömer, önce Hazreti Osman’a evlenmesi için teklif etmiÅŸ, O kabul etmemiÅŸ, Hazreti Ebubekir’e teklif etmiÅŸ, O da kabul etmemiÅŸtir. Sonra da bu duruma ÅŸahit olan efendimiz çok geçmeden validemizle evlenmek istediÄŸini söylemiÅŸ ve de evlenmiÅŸtir. Bu evlilik de, zaruri bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hazreti Ömer’in gönlü hoÅŸ olmuÅŸ, eÅŸinin vefatına üzülen ve tek kalan bir hanımın bu yalnızlığı giderilmiÅŸ.
5. Hazreti Zeynep binti Huzeyme (r.a) Validemiz
Efendimiz (s.a.v) Hafsa validemizden sonra bu hanımla evlenmiÅŸtir. Onun eÅŸide Bedir’de ÅŸehit edilmiÅŸ Ubeyde b. Hâris’tir. Kimsesiz kalan bu deÄŸerli kadının yaşı da 60’tır. Bu zamanında, ona yardım edecek birine çok muhtaçtır. Onu zor durumda gören Peygamberimiz, nikâhlayarak onu yanına almıştır. Evlendikten iki sene sonra da vefat etmiÅŸtir.
Altmış yaşındaki hanımla evlilikte dünyevî bir isteÄŸin olması mümkün olmamaktadır. Bu evlilikteki neden, tek kalan bir kadına yardım eli uzatmaktır.
6. Hazreti Ümmü Seleme (r.a) Validemiz
Bu validemiz de ilk Müslümanlardan olup, HabeÅŸistan’a hicret etmiÅŸtir. Sonra da Medine’ye hicret etmiÅŸ, çok sevdiÄŸi biricik eÅŸini Uhud Savaşı’nda ÅŸehit vermiÅŸtir. Yurdundan, uzak, birçok yetimle, hayat zorluklarını yüklenmiÅŸ bu kadına, ilk kez ÅŸefkat elini, Hazreti Ebu bekir ve de Ömer uzatmışlar. Fakat bu istekleri reddetmiÅŸtir.
Sonrasında efendimiz evlilik teklifi etmiÅŸ ve validemiz kabul etmiÅŸtir. Böylece yetimleri, bir eve kavuÅŸmuÅŸ, babalarının ölümünden dolayı üzüntülerini, efendimiz vesilesiyle unutmuÅŸlardır. Ümmü Seleme validemizde Hazreti AiÅŸe validemiz gibi dirayet ve fetanetli bir kadındı. Efendimizin Altmış yaşına yaklaÅŸmış bir sürü çocuÄŸu olan, dul kadınla evlenmesini hiçbir ÅŸeyle açıklayamayız.
​
7. Hazreti Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r.a) Validemiz
Mekke’de küfrün öncülüÄŸünü yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi makamına gelecek bu hanıma, imanı nasip etmiÅŸti. Mekke’de inancını yaÅŸayamayınca, eÅŸiyle beraber HabeÅŸistan’a hicret etmiÅŸti. Fakat bu sırada kocası önce Hıristiyan olmuÅŸ, sonra da ölmüÅŸ, oda tek kalmıştı. Efendimiz öÄŸrenince NecâÅŸi’ye haber gönderip, kimsesiz kalan bu validemizin kendisine nikâhlanmasını istedi. Durumu öÄŸrendiÄŸinde çok mutlu olan Ümmü Habibe’nin nikâhı, NecâÅŸi yanında kıyılmış.
Peygamberimiz böyle yapmasaydı, tek kalan bu kadın, Mekke’ye gidecek babasının zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya da Hıristiyanlardan yardım dileyecekti. Lakin efendimiz sayesinde bu güzel evlilikle en doÄŸru yolu seçmiÅŸ oldu.
8. Hazreti Cüveyriye binti Hâris (r.a) Validemiz
Müslümanlar, Müreysi gazvesinde galip olmuÅŸ, çok ganimet elde edilmiÅŸ, bunun yanı sıra 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin baÅŸkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, MustalikoÄŸulları Yahudilerinin reisi idi.
Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiÅŸ, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüÅŸtü. Cüveyriye, Hazreti Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuÅŸmayı istemiÅŸ, Efendimizde onun fidyesini vererek hürriyete kavuÅŸturmuÅŸ. Babası kızını götürmek isteyince, o Medine’de kalmayı istemiÅŸ, sonrada efendimiz ile nikâhı kıyılmıştır.
Efendimizin bu evliliÄŸinden sonra, AbdulmuttaliboÄŸullarına düÅŸen esirler bırakılmış, diÄŸer Müslümanlar da bu durum karşısında, efendimiz ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceÄŸi düÅŸüncesiyle esirleri bırakmışlar. Hazreti Peygamber’in bu evliliÄŸi de altmış yaÅŸlarındadır. Bu evlilikte efendimiz önemli bir kabileyle akrabalık olmayı istemiÅŸ, birçok esirin bırakılmasını saÄŸlamış, birçok Yahudi’nin İslâm’a girmesine vesile olmuÅŸ ve eÅŸi savaÅŸta ölen, bir hanımı, ÅŸefkati altına alarak müminlerin anası mertebesine yükseltmiÅŸtir.
9. Hazreti Safiyye binti Huyey (r.a) Validemiz
Gerçek adı Zeynep’tir. O zamanda Arabistan’da reislere düÅŸen ganimete Safiyye denilmektedir. Bu hanım da efendimizin düÅŸtüÄŸü için Safiyye adını almıştır. Anne-babası, Yahudilerdendi. Babası NadiroÄŸullarının reisi, annesi de Kureyza oÄŸullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası kardeÅŸi öldürülmüÅŸ, kabilesinden birçok kimse esir düÅŸmüÅŸtü. Safiyye, validemiz İslâm’a karşı kin ve nefret içindeydi.
SavaÅŸtan sonra efendimiz onu nikâhına alarak, yumuÅŸamasını saÄŸladı. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir kısmıyla akrabalık kurulmuÅŸ, Müslümanlığı yakından tanımaları saÄŸlanmıştır.
10. Hazreti Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r.a) Validemiz
Efendimiz İslâm’a davet için hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Mektuplardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel karşılamış, Peygamberimize hediyelerle beraber iki de cariye göndermiÅŸti. Yolda iki cariye, Müslümanlık hakkında bilgi aldıktan sonra, İslâm’ı seçmiÅŸlerdi. Medine’ye gelince, Efendimiz Mariye’yi kendisine almıştı. Sonra da azad ederek, onunla evlenmiÅŸtir ki, oÄŸlu İbrahim, bu validemizdendir.
Bu evlilik, Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir bıraktı. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaÅŸta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. Bunun nedenlerinden biri de, kendilerinden olan kadının, Peygamber’le evli olmasıydı.
11. Hazreti Meymûne binti Hâris (r.a) Validemiz
Gerçek adı Berredir, efendimiz tarafından Meymûne olarak deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ. Hazreti Peygamber’in son evliliÄŸidir. Hazreti Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf için gitmiÅŸlerdi. Burada Peygamberimizin amcası Abbas, Meymûne’yle evlenmesini teklif etti. Meymûne, Abbas’ın baldızıydı, nikâh yetkisini Abbas’a vermiÅŸti. Peygamberimiz de teklifi kabul ederek, nikâhlandı.
Bu evlilik zamanında Efendimiz, altmış yaÅŸlarındadır. Yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatmak ve onu sıkıntılardan kurtarmak için olan bir evlilikti.
12- Hazreti Zeyneb bînti CahÅŸ (r.a) Validemiz
Zeyneb, Peygamberlikten 20 yıl önce doÄŸmuÅŸ, Efendimizin halasının kızıdır. İlk iman eden kimselerdendir. Gerçek ismi Berredir. Efendimiz adını Zeyneb olarak deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Babası Beni Esed kabilesinden Burre, annesi Efendimizin halası Ümeyye binti Abdulmuttalib’tir.
Zeynep validemiz Mekke’den Medine’ye ilk hicret edenlerdendi. Hicret ettiÄŸinde bekârdı. Efendimiz onu evlâtlığı olan Zeyd b. Harise ile evlendirdi. Efendimiz Zeyneb validemiz gibi asil soylu ve güzel birini, azad ettiÄŸi hizmetçisi Zeyd ile evlendirmekle bir adım atmak istemiÅŸti Ancak toplum etkisiyle olacak ki, Zeyneb ve de kardeÅŸleri öncelerde bu evliliÄŸi istemediler. Hür bir kadının, azad edilmiÅŸ bir köle ile evlenmesi o günkü geleneÄŸe uymamaktaydı.
Zeyneb, Efendimize, “Ya Rasulallah, ben senin halanın kızıyım, ona varmaya razı deÄŸilim, üstelik ben KureyÅŸ’liyim.” dedi. Efendimiz, Zeyd’in İslâm’daki deÄŸerini anlattı, anne baba tarafından asil soylu bir kimse olduÄŸunu söyledi. Bu sözlerin üzerine, Ahzab suresinin 36. ayeti indi: “Allah ve Resulü bir iÅŸe hüküm verdiÄŸi zaman, inanmış bir erkek ve kadına o iÅŸi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düÅŸmüÅŸ olur.” Bu ayet üzerine Zeyneb validemiz, “Ben Allah ve Resulüne asi olamam” diyerek evlenmeyi kabul etmiÅŸtir.
Ancak bu evlilik iyi gitmez. Zeyneb validemiz, dinine düÅŸkün Allah’tan korkan bir kadın olmasından, güzelliÄŸi, asilliÄŸi ile övünüyor, azat edilmiÅŸ bir köle olan eÅŸine iÄŸneleyici söz söyleyip yukarıdan bakmaktaymış.
Zeyd, geçimsizliÄŸe dayanmadı. Efendimize giderek boÅŸanmak istediÄŸini söyledi. Efendimiz çok üzüldü. EvliliÄŸi isteyen efendimiz idi. Toplumun kötü algılamalarını kırmak istemiÅŸti. Her zaman Zeyd’e “Karını tut, boÅŸama” demekteydi. Bu evlilik bir yıl sürdü Zeyd, boÅŸandı.
Hicretin 5. yılında, Zeyneb validemiz, 35 yaşında iken Efendimizle semavi bir akitle evlenmiÅŸtir. Bu evlilik olunca münafıklar: “Muhammed, oÄŸlunun karısının haram olduÄŸunu bildiÄŸi halde, kendi oÄŸlunun hanımını nikâhladı!” dediler. Bu sebepten Ahzab suresinin 40. ayeti nazil oldu: “Muhammed, hiçbirinizin babası deÄŸildir, O Allah’ın Resulüdür ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her ÅŸeyi hakkıyle bilir.”
Zeyneb’i evvelde bekâr iken de tanıyan Efendimiz, validemizi Zeyd’le evlendirmeden evvel onunla evlenebilirdi. Bir engeli yoktu. Anlıyoruz ki, bu evliliÄŸi yapmasındaki neden toplumda yayılan yanlışların düzeltilmesiydi. Efendimiz hayatı boyunca her ÅŸeyin en iyisini ve en doÄŸrusunu yapmıştır.
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V.)' İN MAL VARLIĞI VE BOL BOL DAĞITMASI
​
Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) 'in ilk olarak yetim fakir idi, sonu aşırı zengin oldu.
Daha sonra Ashabda aynı oldu.
İlk defa da Hazreti Hatice Validemizin malı çoktu. Bin devesi ile kervancılık yapar, çalışırdı. Hepsini Peyamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e feda etti. (Mir'at-ı Kainat, Cild 1, Sayfa: 418; Mevahib-i Ledünniye, Cild 1, Sayfa: 333)
Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) hepsini fakirlere harcadı. Yine fakir oldu.
Sonunda futuhat açıldı. Ganimet malı çok oldu, zengin oldu. En cömert Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) [Ramuzu'l-Ehadis, (30. Bölüm) Hadîs No: 8] ve yine en cömert Hazreti Ebu Bekir El Sıddık (Radiyallahu anhu) idi.
Hz.Muhammed (S.a.v.)' in in mal varlığı..
-Çok zengin bir kadın olan kendisinden 15 yaÅŸ büyük Hz. Haticeden miras kalanlar
-Ebubekir' in sağladığı mallar.
-Medinelilerin sağladığı mallar.
- Medine yakınlarındaki hurmalıklar.
- Hayber hurmalıkları
- Fedek hurmalığı (islamda ilk ayrılığa neden olan yer)
- SavaÅŸ ganimetlerinin beÅŸte bir payı. Bazılarının tümü..
- 60' tan fazla kölesi 20 cariyesi(ayÅŸenin bir yeminini bozması üzerine 40' ını azda tmesinden anlaşılır.) (Buhari)
- Hevazin-huneyn savaşında elde edilen ganimetler. 6 bin kadın, 24 bin deve, 40 bin davar, 4 bin okiyye gümüÅŸ.
- Beni nazır yahudilerinden ele geçirilen mallar.
Yukarda sayılanlar Buhari sahih hadislerindendir.
ANLAŞILAN Peygamberimizin Mal Varlığı :
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.) zengindi. Gerek Hurma bahçeleri gerekse savaÅŸ ganimetleri ve de eÅŸi Hz. Hatice' den gelenlerden dolayı;
Fakat peygamber efendimizin güzel ahlakından olsa gerek, fakirlere bol bol dağıtırdı. Hasat zamanı da hasatın 5 de 1 ini eÅŸlerine dağıtırdı. Geri kalanından kendisine ayırır ve jalanı fakirlere dağıtırdı.
Peygamber efendimize gelen hediyeler de olurdu. Onu da fakirlere dağıtırdı.
Tüm bu mal varlığına raÄŸmen evinde yiyecek ekmek bulamadığı zamanlar oldu. Peygamber efendimizin hayatında sabittir.
İşte bize en güzel örnek Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.)' in hayatıdır. Zekatını, sadakasını ve fitresini bol bol dağıtırdı. Zengin olduÄŸu halde yiyecek ekmek bulamadıkları olmuÅŸtur.
Hiçbir zaman tıka basa yemek yemezdi. Sofradan doymadan kalkardı. Pazartesi ve PerÅŸembe günleri oruç tutardı.
Peygamber Efendimiz Bol Dağıtır Zenginken Fakirlik İçinde YaÅŸardı
Peygamberimiz (asm) evlilikten evvel ticaretle uÄŸraÅŸmış, evlilikten sonra Hz. Hatice (ra) validemizin serveti ile ticareti devam ettirmiÅŸti. (bk. Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Mekke devri, s, 143)
Buna göre, Peygamber Efendimiz (asm) çocukluÄŸunda çobanlık yapmış, gençliÄŸinde ise zaman zaman ticaretle meÅŸgul olmuÅŸtur. Peygamber olduktan sonra ise Allah’ın gönderdiÄŸi İslam dinini yaÅŸamış ve anlatmıştır. Bütün hayatı bu hizmetle geçmiÅŸtir.
Peygamberimiz (asm) bir dinin ve ümmetin sorumlusudur. Bu nedenle hayatın her yönünü içine alan bir vazife yapmıştır. O savaÅŸlarda baÅŸ komutan, idarede ümmet-i muhammedin idarecisi, problemlerin çözümünde hakim, dünya ve ahiret iÅŸlerinin tanziminde bir öÄŸretmen olmak gibi her konuda bir lider özelliÄŸiyle yaÅŸamış ve hizmet etmiÅŸtir.
Bu nedenle savaÅŸlardan elde edilen ganimetlerin belirli bir kısmını aldığından, geçimini kimseye el açmadan karşılamıştır. Ancak O ticaret, ganimet gibi nedenlerle servet sahibi olacak kadar zenginken bile fakir gibi yaÅŸamıştır.
Ganimetlerin gelirinin belli bir oranının Peygamberimize (asm) ve onun ev halkına verilmesi ayetlerle belirlenmiÅŸtir. Çünkü O'na ve ev halkına zekat düÅŸmemektedir. Buna raÄŸmen o bir çok zaman aç kalmış, açlıktan karnına taÅŸ baÄŸladığı olmuÅŸtur. Kendilerine gelen teberrükleri hep fakirlere dağıtmıştır. Onun hayatını insafla okuyan kimse bunun sayısız misalleriyle karşılaşır.
Peygamberimiz (asm) İslâm'ın bütün dünyaya duyurulmasına çalışırken, fetih ve zafer gibi pek çok nimete de mazhar olmuÅŸtu. Fakat bu fetihlerden sonra fethedilen ÅŸehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, büyük bir tevazu içinde yol alıyordu. Hiçbir merasime ihtiyaç duymadan sade bir ÅŸekilde ÅŸehre giriyordu.
Yahudilerin en büyük kalesi ve yerleÅŸim bölgesi olan Hayber'i fethettiÄŸinde Peygamberimiz (asm), yuları ipten olan bir merkebin üzerinde olduÄŸu halde ÅŸehre girmiÅŸti. Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline geçmiÅŸ, hazineleri dolduran ganimete sahip olmuÅŸtu.
Yine Peygamberimiz (asm) Mekke'nin fethi üzerine ÅŸehre girerken, muzaffer bir komutan olduÄŸu halde, yine hiçbir ÅŸekilde gurura kapılmamıştı. Devesinin üzerinde Yüce Allah (c.c.)'a karşı başını önüne o kadar eÄŸmiÅŸti ki, tevazuundan sakalının uçları neredeyse devesinin semerine deÄŸmekte idi. Bu halde iken söyle dua ediyordu:
"Allah (c.c.)'ım, hayât ancak âhiret hayâtıdır."
Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem deÄŸerinde bir kadife parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir ÅŸilte bulunuyordu. Bu durumda bile riyaya kaçar endiÅŸesiyle ÅŸöyle dua ediyordu:
"Allah (c.c.)'ım, bu halimi riya ve gösteriÅŸten uzak kıl."
Halbuki o fakir de deÄŸildi. Koskoca orduları yenmiÅŸ, birçok yerler fethetmiÅŸ, çok miktarda ganimetler elde etmiÅŸti. Hatta bu haccında yüz deve kurban etmiÅŸti.
Peygamberimiz (asm) kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi. Zaten çok sade bir hayât yaÅŸardı. Zaman zaman ev iÅŸlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev süpürür; deveyi baÄŸlar, yemler, koyunları saÄŸar; alışveriÅŸi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoÄŸururdu.
Allah Teala’nın Son Elçisi olan Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamın tevazu örneklerinden bazılarını ÅŸunlardır:
Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) tevazuun her çeÅŸidini ve en idealini hayâtında göstermiÅŸtir. Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaÅŸamayacağı bir ÅŸekilde, tevazu ve alçak gönüllülüÄŸün en makbulünü yaÅŸamıştır. Yaratılmışların en üstünü, makam ve mertebece en yücesi olduÄŸu, Kur'ân-ı Kerim'de Rabbi tarafından çeÅŸitli defalar övüldüÄŸü halde, hiçbir ÅŸekilde insanlar arasında peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini onlardan üstün göstermeye çalışmamıştır.
Bu üstün ahlâkî vasfını kendi aile fertleri arasında gösterdiÄŸi gibi, sahabîleri içinde ve henüz İslâmiyeti kabul etmemiÅŸ kimselere karşı da belli etmekten asla çekinmemiÅŸtir. Böylece pek çok insanın hidayetine vesile olmuÅŸtur.
Cenab-ı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında serbest bıraktığında o, "kul bir peygamber" olmayı tercih edip kabul etmiÅŸtir. Bunun üzerine İsrafil Aleyhisselâm Peygamberimize, "Åžüphesiz, Allah (c.c.), tevazu gösterdiÄŸin için o hasleti de sana vermiÅŸtir. Kıyamet gününde insanların efendisisin. Yeryüzü yarılıp kabrinden çıkacak ve ilk ÅŸefaat edecek olan da sensin." demiÅŸtir. Bundan sonra Peygamberimiz (asm) uzanarak yemek yemedi. Ve
"Bir köle nasıl yemek yerse ben de öyle yemek yerim. Köle nasıl oturuyorsa ben de o biçimde otururum." diyordu.
Bir defasında asasına dayanarak sahabîlerin yanına geldi. Resulullah'ın geldiÄŸini gören sahabîler hemen ayaÄŸa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz (asm) onları ikaz etti:
"Acemlerin (diÄŸer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayaÄŸa kalktıkları gibi, siz de benim için ayaÄŸa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediÄŸi gibi yiyen, kulun oturduÄŸu gibi oturan bir kulum."
Peygamberimiz (asm) çok defa elini öpmek isteyenleri ve kendisine aşırı derecede hürmette bulunanları da hoÅŸ karşılamazdı.
Bir alışveriÅŸi esnasında Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) de yanındaydı. Ebû Hüreyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
Peygamberimiz (asm) mal sahibine aldığı elbisenin deÄŸerinden fazla bir fiyat öder. Daha sonra satıcı hemen Peygamberimizin eline sarılarak öpmek ister. Peygamberimiz elini çekerek ÅŸu ihtarda bulunur:
"Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar. Ben kral deÄŸilim. Ben sadece içinizden biriyim."
Ebû Hüreyre anlatmaya devam ediyor "Sonra elbiseleri aldı. Ben taşımak istedim. Fakat bana ÅŸöyle hitapta bulundu:
'KiÅŸi, kendi eÅŸyasını taşımaya daha lâyıktır. Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeÅŸi ona yardım eder."
Peygamberimiz (asm) kendi işini kendisi yapardı. İnsanların kendisine hizmet etmelerini istemezdi.
Âmir bin Rebia anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eÄŸilip baÄŸlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve ÅŸöyle buyurdu:
"Bu hareketin, baÅŸkasına hizmet gördürmek demektir. Ben baÅŸkasına hizmet gördürmeyi sevmem."
Peygamberimizin (asm) bu konudaki bir baÅŸka örnek davranışını Abdullah bin Abbas anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı. Abdest suyunu kendisi bizzat hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi elleriyle verirlerdi."
Abdullah bin Cübeyr'in anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (asm) ashabıyla birlikte yürüyerek bir yere gidiyorlardı. Hava çok sıcak olduÄŸundan, ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının üzerine kaldırarak gölgelemek istedi. Bunu gören Peygamberimiz, "Bundan vazgeç. Ben ancak bir insanım." buyurdu ve elbiseyi alıp indirdi.
Peygamberimiz (asm) kendisini görenlerin bir kral zannıyla çekinip titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı.
Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye baÅŸladı. Bu sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hükümdar deÄŸilim. Ben ancak KureyÅŸ kabilesinden kurumuÅŸ tuzlu ekmek yiyen bir kadının oÄŸluyum." buyurdu.
Gerçekten de Peygamberimizi (asm) ilk defa gören, heyecanlanırdı. Fakat daha sonra ondaki ÅŸefkati, yüzündeki tebessümü görünce rahatlar, görüÅŸüp konuÅŸunca içindeki korku sevgiye dönüÅŸürdü.
Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir kadın veya bir hizmetçi olsun, hangi halde bulunursa bulunsun, Peygamberimiz herkese eÅŸit davranır, basit yaÅŸayışından, fakir ve hizmetçi oluÅŸundan dolayı kimseyi aÅŸağı görmezdi. Onların da diÄŸerleri gibi ihtiyaçlarını görür, hiç gurura kapılmazdı.
Peygamberimiz (asm)'deki üstün tevazuu gördükten sonra Müslüman olan Adiy bin Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını ÅŸöyle anlatmaktadır:
"Peygamber Aleyhisselâmın yanında akraba, kadın ve çocuklarının bulunduÄŸunu gördüÄŸüm zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran hükümdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var.
"Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaÅŸlı bir kadına rastladı. Kadının yanında da küçük bir çocuk bulunuyordu. Kadın onu karşıladı ve durdurdu. O da durup bekledi.
"Bizim senden bir isteÄŸimiz var' dediler. Resulullah onların ihtiyaçlarını uzun uzun konuÅŸtu. Kendileriyle birlikte gidip, iÅŸlerini gördükten sonra geldi.
"İçimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hükümdar deÄŸildir.' dedim. Sonra beni evine götürdü. İçi hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana uzattı ve:
"Buyur, buna otur.' dedi.
"Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim.
"O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler. Oturdum. Kendisi de kuru yere oturdu."
Peygamber Efendimiz (asm) herkesle ilgilenirdi. Hiç kimseye üstten bakmazdı. Öyle ki çoÄŸu insanların dönüp bakmadığı, yüz vermediÄŸi kiÅŸilerin dahi isteklerini yerine getirirdi. Çünkü Peygamberimizin gayesi insanlara faydalı yolları göstermekti.
Medine'de aÄŸzı bozuk, ÅŸuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin (asm) yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuÅŸ haÅŸlanmış et yiyordu.
Kadın: "Åžu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuÅŸ ve kölelerin yemek yiyiÅŸi gibi yemek yiyor." dedi.
Peygamber Efendimiz: "Benden daha köle olan bir köle var mı?" dedi.
Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor." dedi.
Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye." buyurdu.
Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem." dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:
"AÄŸzındaki lokmayı çıkarıp bana vermezsen yemem." diyerek diretti.
Peygamber Efendimiz de aÄŸzındaki lokmayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın da hemen alıp aÄŸzına attı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve utangaç oldu. Hiç kimseye kötü söz söylemedi. Medine'nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu.
Adiy bin Hatim, cömertlikle meÅŸhur Hatim-i Tai'nin oÄŸludur. Yakınlarının bir kısmı İslâm ordusu tarafından esir edilmiÅŸ, kendisi de maÄŸlup bir ÅŸekilde Peygamberimizin (asm) huzuruna gelmiÅŸti. Peygamberimiz onu mindere oturtuyor, kendisi de yere oturuyordu. Ayrıca maÄŸlup da olsa bir düÅŸman kumandanıyla bulunduÄŸu bir zamanda zavallı bir kadının isteÄŸini ihmal etmiyor, onun ihtiyacını gideriyordu.
Hak namına, seviyece en basit insanlarla görüÅŸtüÄŸü gibi, dostlarıyla, düÅŸmanlarıyla ve herkesle, gösteriÅŸ ve merasime ihtiyaç duymadan görüÅŸüyor, konuÅŸuyordu. Böylece insanların ileriden beri görüp alışageldikleri âdet ve görenekleri fiilen deÄŸiÅŸtiriyor, yerlerine doÄŸrusunu ve uygun olanını koyuyordu.
Arapların, insandan saymayıp hor gördükleri bir grup da kölelerdi. Onlarla oturmaz, birlikte yürümez, beraber yemek yemezlerdi. Bu kötü alışkanlığı da Peygamberimiz (asm) bizzat yıktı.
Sahabîlerin anlattığına göre, köleler arpa ekmeÄŸine bile davet etseler, Peygamberimiz (asm) davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların köle olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum deÄŸildi.
Peygamberimiz (asm), sahabîleriyle birlikte bulunduÄŸu zamanlarda kendisini onlardan ayırt etmez, farklı görmezdi. Onlarla beraber hareket eder, kendisi için ayrı yer seçmez, aralarına oturur, yapacakları iÅŸe iÅŸtirak eder, onlara yardımcı olur, katkıda bulunurdu.
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduÄŸunu, oturduÄŸu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiÄŸini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek ÅŸöyle demiÅŸti:
"Ya Resulullah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım."
Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz,
"Allah (c.c.)'ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben sahabîlerimin ökçeme basmalarına da, hırkamı çekiÅŸtirmelerine de katlanacağım." buyurarak reddetti.
Bir sefer sırasında Peygamberimiz (asm) sahabîlerinden bir koyun kesip piÅŸirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı:
"Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsun." dedi.
Bir başkası ileri atıldı:
"Ya Resulallah, piÅŸirmesi de benim üzerime olsun."
BaÅŸka bir sahabî hizmete talip oldu:
"Onu yüzmesi de benim üzerime olsun." diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar.
Peygamberimiz de,
"Odun toplamak da benim üzerime olsun." diyerek katılmak istedi.
Sahabîler buna razı olmak istemediler:
"Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız iÅŸi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur." dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz eÅŸsiz tevazuunu göstererek ÅŸöyle buyurdu:
"Sizin benim iÅŸimi de göreceÄŸinizi ve kâfi geleceÄŸinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoÅŸlanmam. Çünkü Allah (c.c.), kulunu sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoÅŸlanmaz."
Hendek savaşından önce Medine'nin etrafına hendek kazılırken bütün sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir ÅŸey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taÅŸ baÄŸlıyor, o ÅŸekilde kazma sallıyorlardı. En büyük örnek olan Peygamberimiz (asm) de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taÅŸ baÄŸlıyordu.
Kuba Mescidinin ve Medine'deki Mescid-i Nebevinin inÅŸaatında da Peygamberimiz (asm) bir iÅŸçi gibi çalışmış, sahabîlerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı.
Hz. ÂiÅŸe (ra) validemiz, Hz. Hasan (ra) ve Ebû Said el-Hudri, Peygamberimizin aile hayâtını böyle anlatıyorlardı.
"Peygamberimiz ne kilitli kapılar arkasına çekilir, ne perdeler arkasına dikilir, ne de önüne tabaklarla yemek taşınırdı. Toprak üzerine oturur, yemeÄŸini de yerde yerdi."
O tevazu gösterdikçe yükseliyordu, yüceliyordu.
"Allah (c.c.) için tevazu gösteren kimseyi Allah (c.c.) yüceltir." buyuruyor, hem de bizzat en mükemmel ÅŸekilde yaşıyordu.
Hazret-i Hüseyin, babası Hazret-i Ali'den dedesi Resulullahın dışarıda nasıl davrandığını öÄŸrenmek ister. Hazret-i Ali de Efendimizi ÅŸöyle anlatır:
"Peygamber Efendimiz önemli bir iÅŸ olmadıkça konuÅŸmazdı. Çevresiyle hep güzel iliÅŸkiler kurar, onları ürkütücü bir davranışı olmazdı.
"Her toplumun ileri gelenine özel ilgi gösterir ve onları baÅŸkan olarak göreve getirirdi. İnsanları gözü gibi sakınır, hiçbirinden güleryüzünü ve tatlı dilini esirgemez, onların üstüne titrerdi.
"Sahabîlerini, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi. KarşılaÅŸtığı insanlara 'Ne var, ne yok?' diye çevrede olup bitenleri sorardı. Güzel olan her ÅŸeyi beÄŸendiÄŸini ifade eder, onu desteklerdi. Kötü olan ÅŸeye de tepkisini gösterir ve onu çürütücü bir tavır takınırdı.
"Peygamberimizin bütün hareketleri uyumlu idi. Tutarsız hiçbir davranışı yoktu. Sahabîlerin kendi özel iÅŸlerini ihmal etmeleri veya bıkkınlık duymaları endiÅŸesiyle onlar adına kendisi hep tetikte dururdu.
"O her durum karşısında tedarikli idi. Her problemin çaresini bulurdu. Onun yanında insanların en faziletlisi, baÅŸkalarına iyiliÄŸi en yaygın olanlardı; mertebesi en yüksek olanlar da, halkın dertlerine en iyi ÅŸekilde ortak olan ve onlara yardım elini uzatan kimselerdi."
Hazret-i Hüseyin babasına Peygamber Efendimizin toplantılardaki halini, sohbet ÅŸeklini sorar, Hazret-i Ali onu da ÅŸöyle anlatır:
"Peygamberimizin kalkması da, oturması da zikir üzere idi. Allah (c.c.)'ın adını dilinden düÅŸürmezdi. Toplantı halinde olan bir topluluÄŸa varsa, baÅŸ köÅŸeye geçmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi, çevresinin de böyle yapmasını isterdi.
"Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi ÅŸöyleydi:
'Herhangi biriniz bir toplantı yerine vardığında bir baksın, ÅŸayet oturacak yer gösterirlerse oraya otursun, deÄŸilse gördüÄŸü en uygun yere iliÅŸiversin.'
"Peygamberimiz birlikte oturduÄŸu kimselerin seviyelerine göre herbirinin halini hatırını sorar, onlara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki, orada hazır olanların hepsi de Resulullahın yanında en deÄŸerli kimsenin kendisi olduÄŸu kanaatine varırdı.
"Bir kimse Peygamberimizin huzurunda gereÄŸinden fazla oturursa veya bir ihtiyacını iletmek düÅŸüncesiyle huzura gelse, o kiÅŸi kendiliÄŸinden kalkıp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir istekte bulunan kimseyi, ya istediÄŸini yerine getirir veya tatlı bir dille gönderir, fakat hiç boÅŸ çevirmezdi.
"Onun cömertliliÄŸi, tatlı dili, güzel ahlâkı insanlar arasında öyle yayılmıştı ki, âdeta halkın babası gibi olmuÅŸtu.
"Onun yanında bütün insanlar da, hiçbiri arasında hak ayırımı yapılmayan aynı düzeydeki evlatlar gibiydi.
"Peygamber Efendimizin toplantıları hep ilim, haya, emanet ve sabır gibi ahlâkî deÄŸerlerin öÄŸretildiÄŸi bir meclisti. Huzurunda kimse sesini yükseltmez, hiç kimsenin gizli ve özel halleri konuÅŸulmaz, orada meydana gelen noksan taraflar ve hatalar dışarı sızdırılmazdı.
"Onun meclisinde herkes eÅŸit durumdaydı. Ancak bir diÄŸerine karşı takva ile üstünlük kazanabilirdi. Herkes tevazu üzereydi. Orada yaÅŸça büyük olanlara saygı gösterirler, küçüklere de sevgiyle davranırlardı.
"Toplantıda ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle garip olanlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi."
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
PEYGAMBERİMİZE BİLDİRİLMEYENDE VAR
Mü'min, 78. Ayet:
Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uÄŸrarlar.
ANLAÅžILAN :
Allah ( c.c. ) nün gönderdiÄŸi pegamberlerin hepsinden pegamber efendimiz haberdar edilmemiÅŸ olduÄŸu bildiriliyor. Kuranda geçen pegamber sayısı 25 dir. Bilinen 37 pegamber vardır. Lakin adamlar pegamber olmadığı halde adamlara verilen ilim ve rahmet verilmiÅŸ melekler nebi(pegamber) dir. Zaten Kur'an-ı Kerim de Allah (c.c.) insanlardan ve meleklerden pegamberler gönderir yazıyor.
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) ' İN BİLDİRDİĞİ VAHİYDEN İBARETTİR
Diyanet Meali:
Necm Suresi (1-2). Ayet: Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
Diyanet Meali:
Necm Suresi 3. Ayet: O, nefis arzusu ile konuÅŸmaz.
Diyanet Meali:
Necm Suresi 4. Ayet: (Size okuduÄŸu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
Diyanet Meali:
Yusuf Suresi 2. Ayet: Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik.
Diyanet Meali:
Araf Suresi 61. Ayet: (Nûh onlara) ÅŸöyle dedi: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiÅŸ bir peygamberim."
Diyanet Meali:
Araf Suresi 62. Ayet: Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.
ANLAÅžILAN :
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S. a. v.) doÄŸru yoldan hiç ayrılmamıştır.
Kendi istek ve arzularına göre konuÅŸmaz. Yani her konuÅŸtuÄŸu Allah' ın vahyi ve bilgisi dahilindedir. Onun dışında birÅŸey konuÅŸmamıştır. Zaten bütün peygamberlerde bu ÅŸekilde davranmışlardır.
Kur'an-ı Kerimde kendisine bildirilmiş bir vahiydir. Gaybıda yanlız Allah bilir. Peygamber efendimizde ancak vahiyle gaybi bilebilir.
Hadislerde ise gaybda bildirilmektedir. Hadislerinde Allah' ın bildirilmesiyle rivayet edildiÄŸi açıktır.
Kendisi hiç mi hadis söylemedi bilemeyiz. Lakin peygamberimiz kendi istek ve arzusuyla konuÅŸmamıştır.
Kısacası İslam Kuran ve Hadistir. Hadisleri kabul etmemek küfürdür.
Peygamber Efendimizin Tavrı ve Adaleti
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S. a. v.) hep Allah'ın peygamber efendimize vermiÅŸ olduÄŸu ÅŸeriatla yani islamla hükmetmiÅŸtir. Aynı zamanda Halifedir.
Her zaman adaletle davranmış müslüman, kafir ayırt etmemiÅŸtir.
Hep iyiyi ve güzeli nasihat etmiÅŸ, kötülükten men etmiÅŸtir.
PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMMED (S.A.V.) MUCİZELERİ
1. Peygamberimizin Kur’an Mucizesi
Kur’an-ı Kerim her çaÄŸdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk veren büyük ve ebedi bir mucizedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mucize verilmiÅŸ olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak, Allah’ın bana vahyettiÄŸidir.”[1] buyurmuÅŸtur.
Kur’an-ı Kerim, hem söz, hem de mânâ yönünden mucizedir. O, Arap edebiyatının zirvede olduÄŸu bir dönemde inmiÅŸ, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuÅŸ, onları, üslubu, ÅŸaşırtıcı nazmı, fesâhat ve belaÄŸatıyla aciz bırakmıştır.[2]
Dolayısıyla ona en büyük mucize olarak, kıyamete kadar devam edecek olan Kur’ân-ı Kerîm verilmiÅŸtir.
Kur’an mucizesinin ehemmiyeti âyet-i kerimede ÅŸöyle ifade edilir:
“«O’na Rabbinden mûcizeler indirilseydi ya!» dediler. De ki: «Mûcizeler ancak Allah katındadır, ben ise sadece açık bir uyarıcıyım.» Kendilerine okunup duran kitabı Sana indirmiÅŸ olmamız onlara (bir mucize olarak) yetmez mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” (el-Ankebût, 50-51)
İlâhî sözlerle (vahiyle) ilk kez karşılaÅŸan Arapların dehÅŸet ve ÅŸaÅŸkınlık içinde Peygamber (s.a.v.) Efendimizden delil istemeleri üzerine bu ayetler nazil olmuÅŸ, Cenâb-ı Hak, en büyük delil ve mucizenin, Kur’ân-ı Kerîm olduÄŸunu beyan etmiÅŸtir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında ÅŸiir ve hitabet sanatları çok ileriydi. BelâÄŸat, fesâhat, talâkat ve edebiyat son derece revaçta idi. En imrenilen ve takdir edilen kiÅŸiler, bu hususta ÅŸöhret sahibi olanlardı. Bu sebeple, Hz. Peygamber’e (s.a.v.), bütün diÄŸer mucizelerine ilâveten ve bunlardan daha üstün olarak, insanları kıyamete kadar aciz bırakacak Kur’ân-ı Kerîm mucizesi lütfedilmiÅŸtir.
Kur’ân-ı Kerîm’in bir meÅŸale gibi gönülleri aydınlatan ve aklı aciz bırakan sözleri, edebiyattan anlayan “Asr-ı Saâdet” insanının Hz. Peygamber’e (s.a.v.) itaatini saÄŸlayan en tesirli mucize olmuÅŸtur. Hz. Ömer’in, Allah Resûlü’nü (s.a.v.) öldürmek için yola çıkmışken, tesadüfen dinlediÄŸi birkaç Kur’ân-ı Kerîm âyeti sâyesinde, küfür karanlıklarından hidayet nuruna ulaÅŸması, bunun güzel bir misalidir.
Kur’an-ı Kerim fiziki ve fizik ötesi âleme dair en yüce gerçekleri kapsamakta ve asırlar boyu insanlığa ışık tutmaktadır. Bilim ve tekniÄŸin sonradan ulaÅŸtığı gerçekleri, Kur’an asırlarca önce haber vermiÅŸ; hatta hiçbir keÅŸif ve bilimsel geliÅŸme, O’nun bildirdiÄŸi gerçeklerle ters düÅŸmemiÅŸ hatta Kur’an’ı teyit etmiÅŸtir.
​
2. Peygamberimizin İsra ve Miraç Mucizeleri
Bir gecenin çok kısa bir anında Mescid- i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya gitmesiyle baÅŸlayan İsrâ ve mahiyetini insan aklının almayacağı semâvât âlemine yükselmesiyle yaÅŸadığı Miraç hadisesidir.[3] Burada Allah’tan arada bir melek olmaksızın doÄŸrudan vahiy almış ve namaz ibadeti de bu esnada farz kılınmıştır.
​
3. Åžakku’l Kamer (Ayın Yarılması) Mucizesi
Mekke’de KureyÅŸ halkının kendisinden bir mucize istemesi üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimizin parmağıyla gökyüzünde ayı iÅŸaret etmesi ve orada bulunanların ayı ikiye bölünmüÅŸ halde görmeleri. [4]
​
4. Hurma KütüÄŸünün AÄŸlaması Mucizesi
Allah Resulü’nün (s.a.v.) daha önceleri mescitte kendisine yaslanarak hutbe okuduÄŸu kuru bir hurma kütüÄŸünün, minber inÅŸa edildikten kenara konmuÅŸtur. Sonrasında Hz. Peygamber’in hutbesini yeni minber üzerinde okurken o hurma kütüÄŸünün Resulullah’a (s.a.v.) hasret ve muhabbetinden ötürü bir aÄŸlamış ve inlemiÅŸ mescitteki sahabeler bu sesi iÅŸitmiÅŸlerdir.[5]
​
5. Zehirli Etin Kendisini Haber Vermesi
Hayber fethinde bir Yahudi kadının, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) öldürmek amacıyla sahabeleri evine davet etmiÅŸ ve onlara kızartılmış zehirli koyun eti sunması üzerine etin, kendisinin zehirli olduÄŸunu haber vermiÅŸtir.[6]
​
6. MüÅŸriklerin Nerede ÖldürüleceÄŸini Haber Vermesi
Allah Resulü (s.a.v.), Bedir harbinden önce, muharebe günü müÅŸriklerin ileri gelenlerinden kimlerin hangi mevkide öldürüleceklerini önceden haber vermiÅŸtir ve harp meydanında söyledikleri aynen gerçekleÅŸmiÅŸtir.[7]
​
7. İslam’ın Bütün Dünyaya Yayılacağını Bildirmesi
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde “Yeryüzü önümde dürülmüÅŸ ve onun doÄŸusu ile batısı bana gösterilmiÅŸtir. Ümmetimin hâkimiyeti bana gösterildiÄŸi yerlere kadar ulaÅŸacaktır.” buyurmuÅŸtur. [8] Gerçekte de öyle olmuÅŸ, bugün İslam’ın, dünyanın her tarafına ulaÅŸmıştır.
8. Az bir yiyecekle çok sayıdaki insanı doyurması,[9]
9. Parmaklarından suların akması ve susuz olan büyük bir ordunun kanıncaya kadar bundan içip bütün ihtiyaçlarını gidermesi,[10]
10. Önünü gördüÄŸü gibi aynı anda arkasını da görebilmesi,[11]
11. Gündüz ışıkta gördüÄŸü gibi gece karanlıkta da görmesi,[12]
12. Ne GüneÅŸ ne de Ay ışığında yürürken gölgesinin görünmemesidir.[13]
​
Dipnotlar:
[1] Buhari, İ’tisam:1. [2] Bkz. Bakara sûresi, 23-24; Hud sûresi, 13; İsrâ sûresi, 88; Tür sûresi, 33-34. ayetler [3] İsra sûresi, 1. ayet [4] el-Kamer, 1-3; Buhârî, Menâkıb 27, Menâkıbu’l-Ensâr 38, Tefsîr 54/1; Müslim, Münâfıkîn, 43, 47, 48; Ahmed, I, 377, 413. [5] Buhârî, Menâkıb, 25; Tirmizî, Cum’a 10, Menâkıb 6; Nesâî, Cum’a, 17; İbn-i Mâce, İkâme, 199; Dârimî, Mukaddime 6, Salât 202; Ahmed, I, 249, 267, 315, 363. [6] Buhari, Tıb, 55; Müslim, Selam, 18; Ebu Davud, Diyat, 6. [7] Müslim, Cennet, 17. [8] Ebu Davud, Fiten, 1. [9] Buhârî, Megâzî 29, Menâkıb 25, Et’ime 6; Müslim, EÅŸribe, 141, 142; Tirmizî, Menâkıb, 6; Muvatta’, Sıfatü’n-Nebi, 19. [10] Buhârî, Menâkıb 25, Åžurût 15, Cihad 132; Müslim, Fezâil, 6; Tirmizî, Menâkıb, 6. [11] Buhârî, Ezân, 88. [12] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, VI, 75. [13] Süyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, trc. Naim ErdoÄŸan, İstanbul 2003, s. 186.
PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) ' İN İMANI VE TAKVASI
Azmak, -ar (II) Tdk Sözlük
1. nesnesiz Taşkınlıkta ileri gitmek:
Çocuklar azdı.
2. nesnesiz Deniz, ırmak vb. kabarmak, taşmak:
Deniz azdı.
3. nesnesiz Yara, hastalık etkili, tehlikeli duruma gelmek:
"Bazılarının bronşiti, bazılarının romatizması azmış." - Ahmet Haşim
4. nesnesiz Cinsel duyguları artmak.
5. nesnesiz Çamaşır artık aÄŸartılamaz duruma gelmek.
6. nesnesiz Hayvanlar iki ayrı ırktan doğmak:
Katır, atla eşekten azmış bir hayvandır.
7. nesnesiz Bitkiler, aşırı büyümek.
Necm Suresi 53(1-2). Ayet: Diyanet Meali:
Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
ANLAÅžILAN :
Haktan Sapmadı
Hak İslamdır. Peygamberimizin İslamdan hiç ayrılmadığı ve kafir olmadığı, İslamdan önce bile İslamdan ve Allah yolundan hiç ayrılmadığı bildiriliyor.
Hiç Azmadı
Azmak taşkınlıkta ileri gitmek demektir.
TaÅŸkınlık yapmadığı, isyankar olmadığı, günahkarlığa sürüklenmediÄŸi, günahkarlığı alışkanlık haline getirmediÄŸi bildiriliyor.
Azmadı diyor ama hiç günahsızdır, tertemizdir demiyor.
HZ. MUHAMMED S.A.V.)' İN NAMAZ KILMA SIKLIĞI VE GECE NAMAZI
KONU HAKKINDA HADİSLER
Hadis: Hz. AiÅŸe (r.a) anlatıyor: Rasulullah bizimle konuÅŸur, biz de onunla konuÅŸurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hale gelir, bütün varlığıyla Allah'a yönelirdi. (Fezail-i A'mal s. 303)
Sahabe-i Kiram, Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem-'e:
"- Fetih suresinde Allah Teala, sizi tamamen bağışladığı bildirmiÅŸtir. Öyleyse neden böylesine uzun ve ebedi bir ibadet yapıyorsunuz? dediklerinde, Fahr-ı Kainat -sallallahü aleyhi ve sellem-:
"- Allah'a ÅŸükreden bir kul neden ben olmayayım?" diye cevap vermiÅŸtir.
Bir Hadis-i Åžerifte bildirildiÄŸine göre; Rasul-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem- namaz kılarken, mübarek göÄŸsünden sürekli el deÄŸirmenin sesi gibi hıçkırıklı aÄŸlama sesi gelirdi.
Hazret-i AiÅŸe -radıyallahü Anhâ-'den rivayete göre Rasul-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem-'in namazda göÄŸsünden tencere tokurtusuna benzeyen tarzda sesler gelirdi. (İbn-i Mace, Mukaddime, 3.)
Hadis: Hazret-i AiÅŸe -radıyallahü Anhâ-' Validemizin anlattığına göre, Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz, geceleri mübarek ayakları ÅŸiÅŸinceye kadar uzun müddet teheccüde devam ederlerdi. Durumdan müteessir olan muhterem zevcesi:
"-Ey Allah'ın resûlü, geçmiÅŸ ve gelecek günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsun?" diye sorunca;
"-Ey ÂiÅŸe! Rabbime çok ÅŸükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiÅŸtir. (Buhari, Teheccüd, 6)
Hadis: Hazret-i Ata -radıyallahü Anh- ÅŸöyle anlatmıştır. Hazret-i AiÅŸe -radıyallahü Anhâ-'ya :
"-Allah Resulünden ÅŸahit olduÄŸun en ÅŸaşırtıcı hadiseyi bize haber ver." dedim. Hazret-i AiÅŸe aÄŸladı ve dedi ki:
"- Onun hangi hali şaşırtıcı değildi ki. Bir gece geldi. Benimle beraber yatağa girdi. Tenim tenine değdi ve sonra dedi ki:
"-Ey Ebû Bekir'in kızı, bırak beni! Rabbime ibadet edeyim." Ben dedim ki:
"-Senin yanında olmayı seviyorum, fakat senin arzuna uymayı tercih ederim."
Kendisine izin verdim, kalktı, su ibriÄŸine gitti, abdest aldı. Suyu çok dökerek israf etmedi. sonra namaza durdu, aÄŸlamaya baÅŸladı. Öyle ki, göz yaÅŸları, mübarek göÄŸsüne doÄŸru aktı. sonra rükûya gitti, gene aÄŸladı. sonra secdeye gitti, gene aÄŸladı. sonra başını secdeden kaldırdı, gene aÄŸladı. Bu aÄŸlaması sabaha kadar devam etti. Sabah namazı vakti Bilal geldi. Ezan okudu. Ben o zaman dedim ki:
"-Ey Allah'ın rasûlü! Seni aÄŸlatan sebep nedir? Allah senin geçmiÅŸ ve gelecek bütün günahlarını affetti. Buyurdular ki:
"-Åžükreden bir kul olmayayım mı? Bu ÅŸükrü ben neden yapmayayım?" (Sâdık Dânâ, Altınoluk sohbetleri, C.1, s. 193)
Hadis: Fahr-ı Kainat -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimizin, ahir ömürlerinde ruhi saadetlerini teslim ederken yaptığı son nasihati, namaza dikkat etmek hususunda olup; bu, ondan rivayet edilen son Hadis-i Åžeriftir. Hazret-i Enes -radıyallahü anh- anlatıyor:
"Rasûlullah Aleyhissalâtü Vesselama ölüm geldiÄŸi vakit, can çeliÅŸirken yaptığı vasiyetin hepsi:
"-Namaz(ı ihmal etmeyin) ve saÄŸ ellerinizin sahip oldukları (nın yani kölelerinizin hukukuna riayet edin!) demek olmuÅŸtur." (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Åžerhi, c. 17, s. 338)
​
ANLAÅžILAN :
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.) farz namazları kıldığı gibi, sünnet namazları da kılardı. Nafile namazlarda kılardı.
Gece Namazlarını da kılardı. Yukarıda yazdığı gibi ayakları çatlayıp kanayana kadar namaz kılardı. Namazları uzun tutardı, Kuranı baÅŸtan sona kadar okuduÄŸu da olurdu.
Mahmut seviyesinde olduÄŸu halde, iÅŸte böyle çok namaz kılardı. Mahmut seviyesi mahÅŸer yerinde günahlarının affedilmesidir.
PEYGAMBERLİK GÖREVİ
Maide Suresi 5.48. Ayet: Diyanet Meali
(Ey Muhammed!) Sana da o Kitabʼı (Kurʼanʼı) hak, önündeki kitapları doÄŸrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allahʼın indirdiÄŸi ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir ÅŸeriat ve bir yol koyduk. EÄŸer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiÄŸi ÅŸeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüÅŸü Allahʼadır. O zaman anlaÅŸmazlığa düÅŸmüÅŸ olduÄŸunuz ÅŸeyleri size bildirecektir.
Casiye Suresi 45.18. Ayet: Elmalılı Hamdi Yazır (Sadeleştirilmiş 1):
Sonra emirden (olan) bir ÅŸeriat ile seni vazifelendirdik; onun için sen o ÅŸeriata uy da, ilmi olmayanların arzularına uyma!
ANLAÅžILAN :
Peygamberler Görevleri
Peygamberler din iÅŸlerini yürütür, müjdeleyici yani teliÄŸcidir ve uyarıcı' dır.
Peygamber yeryüzünün Halife'sidir. Åžeriat uygulama yetkisi vardır.
Allah baÅŸka ek görev vermediÄŸi sürece peygamberlerin görevi budur.
Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)' in Görevleri
Peygamberler din iÅŸlerini yürütür, müjdeleyici yani teliÄŸcidir ve uyarıcı' dır.
Peygamber yeryüzünün Halife'sidir. Din yönünden herkes ona baÄŸlıdır. Åžeriat iÅŸlerini de yürütme yetkisi vardır.
Allah baÅŸka ek görev vermediÄŸi sürece peygamberlerin görevi budur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.a.v.) Veda Hutbesi
(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)
​
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın ÅŸahsında bütün insanlığa ÅŸöyle hitab etti:
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düÅŸürdüÄŸünü de kimse hidâyete erdiremez. Åžehâdet ederim ki; Allah'dan baÅŸka ilâh yoktur. Tektir, eÅŸi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine ÅŸehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür."
"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluÅŸamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu ÅŸehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir ÅŸehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuÅŸtur.
Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuÅŸacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaÅŸtırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaÅŸtırmış olur.
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeÅŸidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiÅŸtir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oÄŸlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uÄŸrayınız.
Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Muhakkak ki, ÅŸeytan ÅŸu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiÅŸtir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek iÅŸlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiÄŸnetmemeleri, hoÅŸlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. EÄŸer gelmesine müsaade etmediÄŸiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiÅŸtir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meÅŸru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç ÅŸaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.
Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeÅŸidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeÅŸtirler. Bir Müslüman'a kardeÅŸinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoÅŸluÄŸu ile vermiÅŸse o baÅŸkadır.
Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiÅŸtir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döÅŸeÄŸinde doÄŸmuÅŸsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüÄŸü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüÄŸü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan baÅŸkası ile suçlanamaz. Baba, oÄŸlunun suçu üzerine, oÄŸlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
Dikkat ediniz! Åžu dört ÅŸeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
- Allah'a hiçbir ÅŸeyi ortak koÅŸmayacaksınız.
- Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.
- Zina etmeyeceksiniz.
- Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "
Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:
"Allah'ın elçiliÄŸini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye ÅŸahadet ederiz!"
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) ÅŸahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:
"Åžahit ol yâ Rab! Åžahit ol yâ Rab! Åžahit ol yâ Rab! "
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
KULAK ÇINLAMASI HAKKINDA
Hadis: Kulak Çınlaması
“Kulak çınlaması, ind-i Bârî’de hüsn-i zikrin geçmekten olup (Cenab-ı Hak nezdinde/Allah katında güzel bir ÅŸekilde anılmaktan dolayıdır), salât-ı ÅŸerife getirmek lazımdır.” [Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi Tunahan k.s.]
Bu demektir ki; her ne kadar bazıları, özellikle de İbnu’l-Cevzî, el-Mevzuat’ında (3, 76) mevzudur/uydurmadır dese de, "Birinizin kulağı çınladığı zaman, bana salât getirsin; ‘beni hayırla ananı Allah (c.c.) da (nezdindekiler/melekler yanında) hayırla ansın’ diye dua etsin” mealindeki hadis sahihtir.
Hadis: Kulak Çınlaması
17142- Resulullah'ın (s.a.v) azatlısı Ebu Rafi, Resulullah'ın (s.a.v) ÅŸöyle buyurduÄŸunu nakleder. "Kulağı çınlayan kiÅŸi beni hatırlasın, bana salavat getirsin. Sonra da beni hayırla anana Allah rahmet etsin desin."
* Taberani, el-Mu'cemu'l-kebir, el-Mu'cemu'l-evsat ile M.es-Sağir'inde ve kısa bir metinle Bezzar rivayet etti. Taberani'nin el-Mu'cemu'l-kebir'deki senedi hasendir.1
___________________________________________
1. Taberani, M. el-Kebir (958) ile M. es-SaÄŸir'inde (1104), Bezzar (3125) ve Haraiti, Mekarimu'l-Ahlak'ında (545) rivayet etti. Munavi, Feydu'l-Kadir'de (1/399) : "Metin sahihtir" dedi. İbn Huzeyme, Sahih'inde aynı lafızla Ebu Rafi'den rivayet etti. Munavi'nin kastettiÄŸi rivayet budur. M. el-Kebir'in isnadında bulunan Hibban b. Ali zayıftır. Zehebi, Mizan'ında (3/635), bu hadisin, Muhammed b. Abdillah b. Ebi Rafi'nin münker hadislerinden biri olduÄŸunu söyledi.
==============================================
Kaynak İçin Bakınız: Nureddin El-Heysemi, Mecma'uz Zevaid, c.17, s.225.
ANLAÅžILAN :
Kulağı çınlayan kiÅŸi beni hatırlasın, bana salavat getirsin. Sonra da beni hayırla anana Allah rahmet etsin desin."