top of page

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V.)' İN FİZİKSEL GÖRÜNÜMÜ TASVİRİ

 

Günümüzde insanlar, özellikle de gençler birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuşmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoğunluğu doğru yolda olmadığı gibi, tavır ve ahlak güzelliğine de sahip değildirler. Peki, son Peygamber, Peygamberimizin fiziki yapısı nasıldı?..

 

Günümüzde insanlar, özellikle de gençler birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuşmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoğunluğu doğru yolda olmadığı gibi, tavır ve ahlak güzelliğine de sahip değildirler. Bu nedenle insanları doğru olana, en güzel ahlak ve tavıra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kişi, Hz. Muhammed (sav)'dir. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21)

Bu nedenle Hz. Muhammed (sav)'ın güzel vasıflarını tanımak, onu örnek almak her Müslüman için bir görevdir.

Kur'an ayetlerinin yanı sıra sahabelerden aktarılan açıklamalarda da Peygamberimiz (sav)'le ilgili pek çok bilgi verilmektedir. Peygamberimiz (sav)'in ailesiyle ve çevresindeki müminlerle olan ilişkisi, günlük hayatından detaylar, dış görünümü, görenleri hayran bırakan heybeti (hürmetle beraber şiddetli heyecan hissini veren hâli, azameti), sevdiği yiyecekler, giyimi ve gülüşü gibi pek çok detay İslam alimleri tarafından "şemail" kelimesiyle ifade edilir.

Şemail kelimesi "şimal"den türemiştir. Bu kelime "karakter, huy, hal, hareket, davranış ve tavır" gibi anlamlar taşır. Şemail kelimesi ilk başlarda daha geniş anlamlar içerse de, zaman içinde özelleşmiş ve Peygamber Efendimiz (sav)'in nasıl bir yaşam sürdüğü ile ilgili detayları ve kişisel özelliklerini ifade eden bir terime dönüşmüştür.

Rabbimiz'in alemlere üstün kıldığı bu seçkin kulunun karakterine ve görünüşüne dair aktarılan her bir detay, aynı zamanda onun üstün ahlakının da bir yansımasıdır. Peygamber Efendimiz (sav)'in şemailinin anlatıldığı bu yazının hazırlanmasındaki amaç ise, onun çeşitli kaynaklarda aktarılan güzel özelliklerini inceleyip, yaşamından günümüze öğütler çıkarmaktır.

 

- Peygamber Efendimiz (sav)'da Tecelli Eden Yaratılış Güzellikleri

Peygamber Efendimiz (sav)'in Ashabı, bu kutlu insanın dış görünümünün güzelliği, görenleri hayran bırakan heybetinden nuruna ve duruşundan gülüşüne kadar Allah'ın onda tecelli ettirdiği çeşitli güzellikler hakkında pek çok detay aktarmışlardır. Sayıca oldukça kalabalık olan sahabeler, bu güzellikler hakkında birçok farklı detay vermiş, Peygamber Efendimiz (sav)'le aynı dönemde yaşamamış olan Müslümanlara Allah'ın Resulünü birçok yönüyle tanıtmışlardır. Bazı sahabeler onu genel özellikleriyle tarif ederken, diğerleri uzun ve detaylı anlatımlarda bulunmuşlardır. Bu anlatımlardan bazıları şu şekildedir:

 

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Dış Görünümü ve Güzelliği

Hadis: Sahabeleri Peygamberimiz (sav)'in güzelliğini şöyle anlatıyorlardı:

"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın on dördündeki dolunay gibi parlardı... Burnu gayet güzel idi... Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı idi. Ağzı geniş, dişleri inci gibi parlaktı... Boynu sanki bir gümüş hüzmesi idi... İki omuzu arası geniş, omuz kemik başları kalın idi..." (Büyük Hadis Külliyatı, Cem'ul-fevaid min Cami'il-usul ve Mecma'iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed bin Süleyman er-Rudani, 5. cilt, İz Yayıncılık, s. 31) 

Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Resulullah Efendimizin boyu; ne çok uzun, ne de fazla kısa idi. Teni de ne duru beyaz, ne de koyu esmerdi. Saçları ise ne düz, ne de kıvırcık idi. Kırk yaşına geldiğinde, Allah Teala O'nu peygamber olarak gönderdi. Peygamber olduktan sonra, Mekke'de on sene, Medine'de de on yıl kaldı ve altmış yaşlarında vefat etti. Bu fani hayata veda ettiklerinde, saçında ve sakalında yirmi tel ak saç yoktu." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, 4.cilt, s.201)

"Resulullah (sav) beyaz, güzel ve mutedil (yavaş ve mülayim, itidalli) idiler."[Hz. Ebu Tufeyl (ra),G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 519/1]

Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (sav) orta boylu idi; uzun da değildi, kısa da değildi; hoş bir görünüşü vardı. Saçı ise ne kıvırcık, ne de düzdü. Mübarek (İlahi hayrın bulunduğu şey, bereketlenmiş, çoğalmış, hayırlı, uğurlu) yüzlerinin rengi ise nurani beyazdı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 2. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 7-8) 

Hadis: Bera b. Azib (ra) anlatıyor:

"... Resullullah Efendimiz'den daha güzel birini görmedim. Omuzlarını döğen saçları vardı. İki omuz arası genişçe idi. Boyu ise ne kısa idi, ne de uzundu." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, IV.cilt, s. 210)

Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) rivayet ediyor: Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimiz (sav)'i anlatırken Onu şöyle tavsif (vasıflandırırdı) ederdi:

"Peygamber Efendimiz (sav), ne aşırı derecede uzun, ne de kısa idi; O bulunduğu topluluğun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı idi. Mübarek yüzlerinin rengi kırmızıya çalar şekilde beyaz; gözleri siyah; kirpikleri sık ve uzun; omuz başları iri yapılı idi... O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak tabiatlısı ve en arkadaş canlısı idi."

"Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karşısında çok şiddetli heyecanlanırlar; üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu her şeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse; 'Ben, gerek ondan önce, gerek ondan sonra, onun gibi birisini görmedim.' demek suretiyle, O'nu tanıtma hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salat [dua, Peygamberimiz (sav)'e yapılan dua, istiğfar, rahmet, namaz] ve selamı O'nun üzerine olsun." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 18-19)

Hadis: Hz. Hasan (ra) naklediyor:

"Resulullah Efendimiz, yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuşaklarını geçerdi."

"Peygamber Efendimiz (sav)'in rengi, ezher'ul-levn (pek beyaz ve parlak renk) idi, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. Kaşları; hilal gibi, gür ve birbirine yakındı.
Boynu, saf mermerden meydana gelen heykellerin boynu gibi gümüş berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti..." (bk. age., s. 18, 22, 23) 

Hadis: Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

"Hazreti Peygamber (sav), gümüşten yaratılmış gibi nurlu beyazdı; saçları da hafif dalgalı idi." (bk. age. s. 28-29) 

"Allah Resulünün alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. Iki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibiydi. Gözleri pek güzel, bebekleri simsiyahtı. Kirpikleri birbirine geçecek şekilde gürdü... Güldüğünde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı. Iki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi... Sakalı gürdü. Boynu pek güzeldi, ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgâr gören kısmı, altın alaşımlı gümüş ibrik gibi gümüşün beyazlığı ve altının da kırmızılığını yansıtır şekilde parıldardı... Göğsü genişti, göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı... Omuzları genişti... Kol ve pazuları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 820) 

Hadis: Peygamber Efendimiz (sav)'in hicret yolculuğu sırasında çadırını ziyaret ettiği Ümmü Mabed isimli cömertliği, iffeti ve cesareti ile tanınan biri, Peygamber Efendimiz (sav)'i tanımamıştır. Ancak Peygamberimiz (sav)'i anlatılanlardan tanıyan kocasına, onu şöyle tarif etmiştir:

"Aydın yüzlü ve güzel yaradılışlı idi; zayıf ve ince de değildi. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirinden iyice ayrılmıştı. Saçı ile kirpik ve bıyıkları gümrahtı (bol, gür). Sesi kalındı. Sustuğu zaman vakarlı (ağırbaşlılık, halim ve heybetli oluş), konuştuğu zaman da heybetli idi. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisi görünümündeydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünüşü vardı. Çok tatlı konuşuyordu. Orta boylu idi; bakan kimse ne kısa ne de uzun olduğunu hissederdi. Üç kişinin arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı. Arkadaşları, ortalarına almış durumda hep onu dinlerler; buyurduğu zaman da hemen buyruğunu yerine getirirlerdi. Konuşması tok ve kararlı idi."(İbni Sa'd, Tabakat, I, 230-231; Taberani, el-Mu'cem'ül-Kebir, IV, 49, nu:3605, VII, 105, nu:6510; Hakim, el-Müstedrek, III, 9-10; Beyhaki, Delail'ün-Nübüvve, I,) 

Kendisini görenlerin anlattıklarında da görüldüğü gibi, Peygamber Efendimiz (sav) olağanüstü yakışıklı, görenlerin nefesini kesecek kadar güzel yüzlü ve güzel endamlı idi. Ayrıca atletik ve son derece etkili bir yapısı vardı ve çok kuvvetli idi.

 

- Peygamberimiz (sav)'in Şemaili

Hadis:  Osmanlı döneminin önemli alimlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa, Peygamber Efendimiz (sav)'in anlatılan özelliklerini bir özet haline getiren bir çalışma yapmıştır. Bu çalışması "Kısas-ı Enbiya" adlı eserinin IV. cüzünde, "Bazı Evsaf-ı Seniyye-i Muhammediyye" başlığı altında gerçekleşmiştir:
"... Mübarek cismi güzel, hep azası mütenasip (uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan), endamı gayet matbu, alnı ve göğsü ve iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun ve mevzun (yakışıklı, her bir vasfı ölçülü) ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları ve baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalınca idi. Mubarek cildi ise ipekten yumuşak idi.

Kemal-i itidal üzere büyük başlı, hilal kaşlı, çekme burunlu, oval yüzlü idi. Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyücek ve iki kaşının arası açık, fakat kaşları birbirine yakın idi.

O Nebiyy-i Mücteba (seçilmiş, kıymetli peygamber), ezherüllevn (rengi nurlu, parlak) idi; yani ne ak, ne de kara esmer, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail (benzer) beyaz ve nurani ve berrak olup, mübarek yüzünde nur lemean (parlardı) ederdi. Dişleri, inci gibi abdar (parlak, sağlam vücutlu) ve tabdar (ışıklı, parlak, büklümlü, kıvrımlı) olup, söylerken ön dişlerinden nur saçılır; gülerken, fem-i saadeti (saadetli ağzı), bir latif (mülayim, yumuşak, nazik, güzel) şimşek gibi ziyalar (ışıklar) saçarak açılır idi...

Alem-i bekaya (geride kalanların dünyasını) rihlet (göçmek, ölmek) buyurduklarında saçı, sakalı henüz ağarmaya başlamış, başında biraz ve sakalında yirmi kadar beyaz var idi.

Havassı (duyular) fevkalade kavi (sağlam, kuvvetli) idi. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür idi. Elhasıl (sözün özü), en mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücud-ı mes'ud (mutlu vücudu) ve mübarek idi... Onu ansızın gören kimseyi sevgi alırdı ve Onunla ülfet ve musahabet (sohbetler, konuşup görüşmeler) eyleyen kimse, Ona can ü gönülden aşık ve mühib olurdu. Ehl-i fazl'a (kerem, ilim sahibi), derecelerine göre ihtiram (hürmet, saygı) eylerdi. Akrabasına dahi pek ziyade (çok bol, fazladan) ikram eylerdi. Lakin (ancak) onları, kendilerinden efdal (daha faziletli, daha layık, daha iyi) olanların üzerine takdim etmezdi.

Hizmetkarlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi. 

Sahi (cömert, eliaçık, herkese iyilik etmek isteyen) ve kerim (herşeyin iyisi, faydalısı), şefik (şefkatli, esirgeyen, merhametli) ve rahim (rahmet edici, bağışlayan), şeci (kahraman, yiğit) ve halim (yumuşak huylu, hoş muamele yapan) idi. Ahd ü va'dinde (söz vermede) sabit, kavlinde (sözünde) sadık idi. Elhasıl (neticesi), hüsn-i ahlakça (ahlak güzelliği) ve akl-ü zekavetçe (keskin anlayışı olan akıl) cümle(bütün, tam) nasa (insanlara) faik (üstün, üstünde) ve her türlü medh ü senaya (övgüye) layık idi.

Yemede, giymede kadar-ı zaruret (yoksulluk derecesinde) ile iktifa (yetinir) ve ziyadesinden (fazlasından) iba eylerdi (çekinirdi)" (Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s. 364-365)

 

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Nübüvvet (peygamberlik) Mührü

Hadis: Allah, Hz. Muhammed (sav)'i alemler üzerine seçmiş ve onun "peygamberlerin sonuncusu" (Ahzab, 33/40) olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra hiçbir peygamber gönderilmeyecektir ve Kur'an insanlara hidayet rehberi olarak gönderilen en son kitaptır. Allah, Peygamber Efendimiz (sav)'in bu eşsiz özelliğini onun mübarek vücudunda bir izle tecelli ettirmiştir.

İslami kaynaklarda ve rivayetlerde Peygamber Efendimiz (sav)'in kürek kemikleri arasında bulunan bu işarete "nübüvvet mührü" ismi verilir. Peygamberimiz (sav)'in mührüne benzer peygamberlik işaretlerinin diğer peygamberlerde de olduğu, ancak Peygamberimiz (sav)'inkinin daha farklı olduğu el-Müstedrek tarafından Vehb b. Münebbih (ra)'den şöyle nakletmiştir:

"... Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elindepeygamberlik beni (şamet'ün-nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira Onun peygamberlik beni, (sağ elinde değil) kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz (sav) bu durum sorulunca: 'Kürek kemiklerim arasında bulunan bu ben, benden önceki peygamberlerin beni gibidir.' demiştir." (Tirmizı'nin Şemail isimli kitabının tercümesinden, Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 73) ..."

Hadis: Cabir b. Semüre (ra) anlatıyor:

"Ben Resulullah Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan nübüvvet mührünü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımtırak bir yumru idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 36) 

Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) naklediyor:

"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimiz (sav)'in vasıflarını anlatırken, Resulullah'ın Hilyesi (güzel sıfatlar, süs, zinet, cevher, güzel yüz, suret, görünüş) hakkındaki hadisi bütün uzunluğu ile zikreder ve:

'Kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü vardı. Ve O, peygamberlerin sonuncusudur.' derdi." (bk. age., s. 38) 

Hadis: Ebu Nadre (ra) anlatıyor: "Ashabdan Ebu Said el-Hudri'ye Resulullah Efendimizin peygamberlik mührünün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek sırtlarında gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu söyledi (bk. age., s. 42)

"İki küreği arasında peygamberlik mührü yer alıyordu. Bu mühür sağ omzuna daha yakındı." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 820)

Hadis: Muhammed b. Müsenna, Muhammed b. Hazm, Şu'be Simak (ra)'dan:

"Cabir İbn-i Semure'nin şöyle dediğini duydum: Resulullah (sav)'in sırtında mühür gördüm; güvercin yumurtası gibi idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 36)

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Saç, Sakal ve Giyim Tarzı

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Saçı

Peygamber Efendimiz (sav)'in saçının uzunluğu ile ilgili farklı tarifler vardır. Tarifler arasında böyle bir farklılık olması ise doğaldır, çünkü bu bilgileri aktaranlar Peygamber Efendimiz (sav)'i farklı zamanlarda gördükleri için, saçının uzunluğu da farklı olmuş olabilir. Ancak bu tariflerden anlaşılan Peygamberimiz (sav) saçını en kısa kulağı hizasında, en fazla ise omuzlarına kadar uzatmıştır.

Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Hazreti Peygamber (sav)'in saçları, kulaklarının orta hizasına kadar uzamıştı." (bk. age., s. 49)

Hadis: Hazreti Aişe (ra) validemiz anlatıyor:

"Resulullah'ın mübarek saçları, kulakları ile omuzları arasındaydı. Allah'ın selat ve selamı üzerine olsun." (bk. age., s. 50) 

Hadis: Bera b. Azib (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (sav) orta boylu idi. Omuzları da genişçeydi. Saçları ise, kulak yumuşaklarını değerdi."(bk. age., s. 50) 

Hadis: Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani (ra) anlatıyor:

"Resulullah Efendimiz Mekke'ye geldiklerinde evimizi teşrif etmişlerdi. Bu sırada mübarek başları dört belikli (örgülü) idi."(bk. age., s. 51)

Peygamberimiz (sav)'in Saç ve Sakal Bakımı

Peygamber Efendimiz (sav) temizliğe çok önem verdiği için, saç ve sakal bakımına da önem vermişlerdir. Bazı kaynaklarda onun yanında daima tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalar bulundurduğu bildirilmektedir (Ali el-Kari, Cem'ul-Vesail fi Şerh'iş- Şemail, İstanbul, s. 96-97) . Hadis: Peygamberimiz (sav) ashabına da aynı tavsiyelerde bulunmuş ve

"Kim saç bırakmışsa, onun bakımına dikkat etsin." (Ebu Davud, Sünen, IV, 74, nu:4062)

şeklinde buyurmuşlardır.

Peygamberimiz (sav)'in saç ve sakalı ile ilgili diğer aktarılanlar şu şekildedir:

Hadis: Hz. Adda İbn Halid'den (ra):

"Mübarek sakalı gayet güzeldi." (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 519/16)

Hadis: Hz. Aişe (ra) validemiz anlatıyor:

"Resul-i Ekrem (sav)... saçlarını tarayıp yağladığında." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 58)

Hadis: Simak b. Harb (ra) aktarıyor:

"Cabir b. Semüre'den işittim. Ona, Hazreti Peygamber (sav)'in saçlarının ağarma durumu sorulmuştu. O da: Mübarek başlarını yağladıkları zaman saçlarının akı gözle farkedilmez; fakat başlarına yağ sürmedikleri anlarda beyazları görünürdü, dedi."(İbn Adiyye el-Kamil; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 679)

Hadis: Peygamberimiz (sav), dış görünümüne ve temizliğine verdiği önemle, müminlere güzel bir örnek olmuştur. Bir rivayette Peygamber Efendimiz (sav)'in bu konudaki tavrı şöyle belirtilir:

"Bir gün Peygamber (sav) sahabelerinin yanına çıkacağı zaman küpteki suya bakarak sarığını ve sakalını düzeltti ve şöyle dedi:

Allah, kardeşlerinin yanlarına çıkarken kulunun kardeşleri için süslenmesini sever." (bk. age., s. 679)

 

Peygamber Efendimiz (sav)'in Giyim Tarzı

Hadis: Peygamberimiz (sav)'in giyimi hakkında da sahabeler pek çok detay aktarmışlardır. Bunun yanı sıra Peygamber Efendimiz (sav)'in müminlere nasıl giyinmeleri gerektiğiyle ilgili olarak tavsiyeleri de onun bu konuya verdiği önemi ortaya koymaktadır. Örneğin Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, VII. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 208)

Hadis: Peygamber Efendimiz (sav)'in torunu Hz. Hasan, onun giyim konusu hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:

"Peygamber Efendimiz (sav) bize, elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi." (Buhari, et-Tarih'ul-Kebir, I, 382, nu:1222)

Hadis: Bu konudaki Peygamberimiz (sav)'in bir başka hadisi de şu şekildedir:

"Ey müminler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyininiz ve Allah yolunda sarf ediniz. Ancak, israfa veya kibir ve gurura kaçmayınız."(Buhari, el-Cami'us-Sahih, VII, 33; İbn Mace, Sünen, II, 1192, nu:3605) 

Hadis: Peygamber Efendimiz (sav) ashabından biri dış görünümüne önem vermediğinde veya bakımsız olduğunda onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir rivayeti Ebu'l Havas (ra), babasından şöyle nakletmektedir:

Üzerimde adi bir elbise olduğu hâlde Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelmiştim. Bana:
"Senin malın yok mu?" diye sordu.
"Evet var." cevabıma:
"Hangi çeşit maldan?" sorusunu yöneltti.
"Her çeşit maldan Allah bana vermiştir." demem üzerine:

"Öyle ise Allah Teala Hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir." buyurdular."[Nesai, Zinet 83, (8, 196), Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 119].

Hadis: Buna benzer bir başka olayı ise Hz. Cabir (ra) şöyle aktarmıştır:

Resulullah aleyhissalatu vesselam, binek hayvanlarımızı güden bir adamımızı gördü. Üzerinde eskimiş iki parçalı giysi vardı. 

"Onun bu eskilerden başka giyeceği yok mu?" diye buyurdular. "Evet var." dedim. "Çamaşır torbasında iki giysisi daha var. Ben onları giydirmiştim."

"Öyleyse çağır onu da, bunları giysin." diye emrettiler. (çağırdım, emr-i Nebeviyi söyledim.), o da onları giyindi. Geri gitmek üzere dönünce, Resulullah aleyhissalatu vesselam:

"Nesi var da bu yenileri giymiyor? Bu daha hoş değil mi?" diye buyurdular." [Muvatta, Libas 1, (2, 910); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 64-65]

Hadis: Peygamberimiz (sav)'in giyim tarzı ile ilgili sahabelerin aktardığı bilgilerden bazıları ise şunlardır:

İbnu Abbas (ra) anlatıyor: 

"Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm."[(Ebu Davud., Libas 8, (4037); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.69]

Hadis: Ümmü Seleme (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (sav)'in en çok sevdikleri elbise çeşidi, gömlek (kamis) idi." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 85) 

Hadis: Ashabdan Kurre (ra) anlatıyor:

"Ben, biat eylemek üzere, Müzeyne kabilesinden bir grup insanla birlikte Resulullah Efendimizin huzurlarına çıktım. Peygamber Efendimiz (sav)'in gömleklerinin yakası düğmesiz olduğundan ..." (bk. age., s. 88)

Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (sav), giydikleri elbiseler içerisinde, Hibere-i Yemani'yi çok severlerdi." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Çeviren: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul, 3.cilt, s. 283) "

(Hibere, Yemen'de dokunan pamuktan yapılan, kırmızı çubuklu yeşil bir kumaştır. Eskilerin "alaca" dedikleri desenli kumaşlar için kullanılan bir tabirdir. Bu da kumaşın düz değil, desenli olduğunu ve birkaç renkten oluştuğunu gösterir.)

Hadis: El-Bera b. Azib (ra) anlatıyor:

"Kırmızı desenli elbisenin, Peygamber Efendimiz (sav) kadar bir başkasına yakıştığını görmedim. Bu kıyafetle Resulullah (sav)'ı gördüğümde, mübarek saçları, omuzlarına değecek kadar sarkmıştı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 94)

Semüre b. Cündüb (ra) rivayet ediyor:

"Beyaz elbise giyiniz. Zira o, son derece temiz ve hoştur."(bk. age., s.98)

Hadis: Hz. Aişe (ra) anlatıyor:

"Resulullah Efendimiz, bir sabah vakti, üstlerinde siyah yünden dokunmuş bir izar (peştemal, futa, göğüsten aşağı örtülen elbiseler) olduğu halde, evlerinden dışarı çıkmışlardı..." (bk. age., s.99)

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Dış Kıyafetleri

Hadis: Eşa's b. Süleyn (ra) anlatıyor:

"Bana halam anlattı. Ona da amcası anlatmış. Halamın amcası demişti ki: Bir gün Medine sokaklarında izarımı sürüyerek yürüyordum. Bu sırada arkamdan bir ses işittim:

"İzarını yukarı kaldır. Zira izarın yerde sürünmemesi, onun daha temiz kalmasını ve uzun müddet dayanmasını sağlar."

diyordu. Arkama dönüp baktığımda bu sözleri söyleyenin Resulullah Efendimiz olduğunu gördüm." (bk. age., s.154)

Hadis: Seleme b. El-Ekva'dan (ra):

"Hz. Osman, uzunluğu bacaklarının yarısına kadar ulaşan bir izar giyer ve 'Arkadaşımın, yani Resulullah (sav)'ın izarları da aynen böyleydi.' derdi." (bk. age., s.155) 

Hadis: Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (sav)'in Mühr-i Şerifleri (şerefli, mübarek mühür) gümüşten yapılmıştı. Kaşı ise Habeş taşındandı.

Resulullah Efendimiz yabancı devlet reislerine mektup yazmak isteyince, bir mühür yüzük yapılmasını buyurdu.

Peygamber Efendimiz (sav)'in parmağındaki yüzüğün parıltısı hala gözümün önünde duruyor."

Peygamber Efendimiz (sav)'in Mühr-i Şeriflerinin kaşına, üç satır halinde, "Muhammed Resulullah" ibaresi kazınmıştı. Birinci satırda "Muhammed", ikinci satırda "Resul", üçüncü satırda da "Allah"kelimeleri yer alıyordu. (bk. age., s.114-117)

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Yürüyüş Şekli

Hadis: Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

"Ben Resulullah Efendimizden daha güzel birisini görmedim; sanki güneş, onun mübarek yüzünde devrediyor gibiydi. Peygamber Efendimiz (sav)'den daha hızlı yürüyen birisini de görmedim; yürürken âdeta yeryüzü ayakları altında dürülürdü. Bizler, arkalarından giderken, geri kalmamak için büyük çaba harcardık." (bk. age., s.157)

Hadis: Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra), "Dedem Hz. Ali, Resulullah Efendimizi tanıtırken şöyle derdi:

"Resulullah Efendimiz, yürürken, âdeta yokuş aşağı inercesine, ayaklarını sertçe kaldırırlardı."

diyerek, Peygamberimiz (sav)'in rahat bir yürüyüşü olduğunu belirtmiştir.(bk. age., s.158)

Hadis: Hz. Yezid İbni Mirsad (ra) ise şöyle demiştir:

"Yürüdüğü zaman vakarlı fakat hızlı giderdi. Yanındakiler ona yetişemezdi."(G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 541/1)

Hadis: Hz. Ebu Atabe (ra)'den:

"Yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü." (bk. age.)

"... Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla birlikte sukunet ve vekar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümünü arzederdi.

Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücudları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı.

Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selam verirdi." [Tirmizı'nin Şemail isimli kitabının tercümesinden; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 66-67]

"Hep harekatı mutedil idi. Bir yere azimetinde (Yola çıkmak, gitmek) acele ve sağ ve sola meyletmeyip, kemal-i vekar (ağırbaşlılığın olgunluğu) ile doğru yoluna gider ve fakat sür'at (hızlı) ve sühulet (kolaylıkla) ile yürür idi. Şöyle ki; âdeta yürür gibi görünür, lakin yanında gidenler, sür'at ile yürüdükleri hâlde geri kalırlar idi." [Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s. 364-365; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s. 51]

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Oturuş Tarzı

Hadis: Kayle binti Mahreme (ra) anlatıyor:

"Resulullah (sav)'i sonsuz bir mahviyet (alçak gönüllülük, tevazu) ve tevazu içinde otururken görünce, heybetinden vücudum titremeye başladı." (Et-Tirmizi İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara, 1976, s. 160) 

Hadis: Cabir b. Semüre (ra):

"Ben Peygamber Efendimiz (sav)'i, sol tarafına konmuş bir yastığa dayanmış vaziyette gördüm." (bk. age., s.163)

 

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Konuşma Şekli

Hadis: Peygamber Efendimiz (sav) etkileyici üslubu, hikmetli ve keskin hitabıyla tanınan bir insandı. Onun tebliği insanlar üzerinde çok büyük bir etki oluşturur, sohbetinden herkes çok büyük bir zevk alırdı. Sahabelerden bizlere aktarılan çeşitli rivayetler de onun bu özelliğini ortaya koyar. Bu konuda bazı aktarımlar şu şekildedir:

Allah Resulü insanların en beliğ (belagatli kimse, meramını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatmaya muktedir olan. Kafi derecede olan. Yeter olan), en düzgün konuşanı ve en tatlı sözlü olanıydı (ağzından ballar akıyordu)! O, şöyle diyordu:

"Ben Arabın en fasihiyim (Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan)." (Taberani, Hakim; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800,) 

Hadis: Hz. Aişe (ra), Resulullah (sav)'in sözlerini şöyle tarif eder:

"O, sizlerin konuştuğunuz gibi lafları çabuk çabuk ve peş peşe sıralamazdı, sözleri az ve özdü. Halbuki sizler cümleleri birbirine ekleyip duruyorsunuz." (El Fevaid, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)

"Allah Resülü çok veciz (kısa, öz, az sözle çok mana ifadesi) konuşurdu. Böyle konuşmasını kendisine Allah katından Cebrail getirmişti. Kısa cümleler içinde bütün maksadını yansıtırdı. Veciz sözlü cümleler söylerdi, sözlerinde ne fazlalık ne de eksiklik bulunurdu. Kelimeleri bir ahenk içinde birbirini izler, sözcükleri arasında duraklar ve böylece dinleyenleri sözlerini belleyip ezberlerlerdi. Sesi gürdü ve tatlıydı. Gerektiğinde konuşurdu, kötü laflar etmezdi. Hiddetli ve hiddetsiz anlarında (nefsi için değil, Allah'ın rızası için) hep hakkı söylerdi." (Ebu Davud, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)

Hadis: "Güzel olmayan laflar edenlerden yüz çevirirdi. Hoşlanmadığı, çirkin saydığı bir sözü konuşmak zorunda kaldığında onu kinaye yoluyla ifade buyururdu." (Buhari, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800) 

Kendisi sustuğunda huzurdakiler konuşurdu. Katında tartışma yapılmazdı (Tırmizi; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 800)

Sahabelerinin yüzlerine karşı son derece güler ve gülümserdi, onların konuştuklarını beğenir, dikkatle dinler, kendisini onlardan biri sayardı. (bk. age., s. 800)

Hadis: Hz. Aişe (ra) anlatıyor:

"Mübarek kelamları seçkindi. Her işiten onu anlardı."(G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 521/4) 

Hz. Ebu Umame (ra)'den:

"İnsanların en güleç yüzlüsü ve hoşcanlısı idiler." (bk. age., 545/4)

Hadis: Hz. Enes (ra) şunu bildirmiştir:

"Efendimiz (sav) halkın en latifecisi (hoş söz, şaka, mizah, söz ile iltifat) idi." (bk. age., 545/5) 

 

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Güzel Kokusu

Peygamber Efendimiz (sav) temizliğe çok önem verirdi. Kendisi sürekli mis gibi, tertemiz, hoş ve güzel kokar, Müslümanlara da temizliği tavsiye ederdi. Sahabelerden rivayet edilen bilgilerde Peygamberimiz (sav)'in bu güzel özelliği hakkında detaylar aktarılmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:

Hadis: Enes b. Malik (ra) şöyle ifade etmektedir:

"Resulullah Efendimiz Medine sokaklarının birinden geçtiğinde O'nun misk gibi kokusu hemen sezildiğinden, halk o yoldan Hazreti Peygamber (sav)'in geçtiğini söylerlerdi. Bizler, Peygamber Efendimiz (sav)'in gelişini, kokusunun güzelliğinden anlardık." (İbn Sa'd Tabakat, I, 398-399; Mecme'uz Zevaid, VIII, 282; el-Metalib'ül-Aliye, IV , 25; Behcet'ül Mehafil, II, 254; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s.280)

Hadis: İbn-i Ebi Adi, Humeyd, Enes (ra)'den:

"Resulullah (sav)ın elinden daha yumuşak ne bir yün kumaşı, ne de bir ipeğe (hayatımda) dokunmadım. Resulullah (sav)'in kokusundan daha güzel (kokan) bir kokuyu da koklamadım." [Buhari, 1/503; Müslim, 2/257; İbn-i Kesir, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Mucizeleri, Çelik Yayınevi, s. 46]

Hadis: Muaz b. Hişam (ra), babasından, Katade, Enes'den şöyle rivayet etmiştir:

"Resulullah (sav) güzel kokusu ile tanınırdı. Resulullah (sav) güzel idi. Kokusu da hoş idi. Bununla beraber kokuyu severdi."(İbn-i Kesir, Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 51)

Hadis: "Cismi nazif (temiz), kokusu latif (hoş) idi. Koku sürünsün sürünmesin, teni en güzel kokulardan ala kokardı. Bir kimse onunla musafaha (el sıkışmak, tokalaşmak, muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar etmek) etse, bütün gün onun rayiha-i tayyibesini (temiz kokusunu) duyardı ve mübarek eliyle bir çocuğun başını meshetse, rahiya-i tayyibesiyle (temiz kokusuyla) o çocuk, sair (diğer) çocuklar arasında malum (bilinirdi) olur idi." (Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, IV. Cüz, Kanaat Matbaası, İstanbul 1331, s.364-365)

 

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Sevdiği Yemekler

Hadis: "Çok sıcak yemeği sevmezdi."(Beyhaki, Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 802) 

Hadis:  "En çok hoşlandığı yiyecek etti." (bk. age., s. 803)

Hadis: "Kabağı çok severdi." (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 552/7) 

Hadis:  "Avlanan kuş etlerini yerdi." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, age.)

Hadis: "Hurmalardan Acve hurmasını severdi." (bk. age., s. 803)

Hadis: Hz. Aişe (ra) Peygamberimiz (sav)'in sevdiği yiyeceklerle ilgili şunları söylemiştir:

"Tatlı ve balı severlerdi." (G. Ahmed Ziyaüddin, age.)

Hadis: Hazreti Peygamber (sav)'in katık olarak yediği yemeklerin bir kısmı şöyle sıralanabilir:

"Koyunun ön kolu ve sırt eti, pirzola, kebap, tavuk, toy kuşu, et çorbası, tirit, kabak, zeytinyağı, çökelek, kavun, helva, bal, hurma, pazı, anber balığı..." [Ebu Davud, III, 496-497, nu: 3840; Nesai, VII, 207-209; Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 219]

Hadis: Hz. Aişe (ra) ek olarak şunları bildirmiştir:

"Kavun, karpuzu yaş hurma ile yerlerdi." (G. Ahmed Ziyaüddin, age.)

Hadis: Hz. Cabir (ra)'den:

"Taze hurma ve kavun çok yerlerdi ve 'bunlar güzel meyvedir'derlerdi."(G. Ahmed Ziyaüddin, age.)

Hadis: "Hiçbir zaman bir yemeği yermemiştir. Hoşuna giderse yer gitmezse yemezdi. Hoşlanmadığında da bir başkasına kötülemezdi." (Buhari ve Müslimde aynı anlamda rivayetler yer alır. Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 804)

Peygamber Efendimiz (sav)'in sevdiği bazı yiyecekler için söylediği sözlerden bir kısmı ise şöyledir:

"Etin en güzel yeri sırt etidir." (Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları, 9. cilt, İstanbul 1983, s. 62)

"Sirke ne güzel katıktır." (bk. age., s. 70)

"Mantar kudret helvasıdır." (bk. age., s. 209)

Hadis: "Sinameki ve sennut (tereyağ tulumuna konulan bal) yemeye devam ediniz. Çünkü bu iki şeyde samdan (ölümden) başka her hastalıktan şüphesiz şifa vardır." (bk. age., s. 213)

Hadis: "Zeytinyağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ mübarektir."(bk. age., s. 73)

- Peygamber Efendimiz (sav)'in Sevdiği İçecekler

Hadis: Hz. Aişe (ra) bildiriyor:

"Şerbetlerin içinde tatlı ve soğuk olanını severlerdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, age., 521/15) 

"Peygamber Efendimiz (sav) bal şerbeti, hurma ve kuru üzüm şırası gibi içecekleri severlerdi."[Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (sav)'in Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s.261]

Hadis: "Peygamber Efendimiz (sav)'in en çok sevdiği içecek, soğuk, tatlı şerbetlerdi." (bk. age.) 

Hadis: "Şerbetlerin içinde en çok bal şerbetini severdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, age., 521/17) .

Hadis: "İçilecek şeylerde en çok sütü severlerdi." (G.Ahmed Ziyaüddin, age., 521/18)

Hadis: Peygamberimiz (sav) süt için şöyle buyurmuşlardır:

"Allah bir kimseye yemek yedirdiği zaman o kimse, 'Allah'ım, bize bu yemeği bereketli kıl ve bize bundan hayırlı rızık ver' diye dua etsin. Allah bir kimseye bir miktar süt içirdiği zaman da o kimse, 'Allah'ım, bize bu sütü bereketli kıl ve bize daha çok süt ver.' diye dua etsin. Çünkü yiyeceğin ve içeceğin yerini tutan sütten başka bir şeyi bilmiyorum." (Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları, 9. cilt, İstanbul 1983, s. 75) 

Hadis: Peygamberimiz (sav)'in su için söyledikleri:

Peygamberimiz (sav) özellikle yolculuklar sırasında ashabına su dağıttırırdı. Örneğin bir yolculuğu sırasında, bir yerde durmuş ve yanındakilerden su istemiştir. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiş ve yanındaki sahabelerine de "Siz de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün."  demiştir.(Konyalı Mehmed Vehbi, Tam Metni Sahih-i Buhari, 4. cilt, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1993, s.64-65) 

Resulullah (sav) su içtikten sonra şöyle dua etmiştir:

Hadis: "Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah'a hamd olsun." (İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.16)

Hadis: Resulullah (sav) bir başka sözünde ise su için şöyle buyurmuştur:

"Allah suyu temizleyici olarak yarattı. Tadını veya rengini veya kokusunu değiştiren maddeler dışında, hiçbir nesne onu pislemez." (İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 1. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.295)



Kaynaklar:

Prof. Dr. İbrahim Bayraktar, Hz. Peygamber’in Şemaili.

Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998.

(Sorularla İslamiyet)

MUHAMMED VE ÜSTÜN UNVANLARI

 

Muhammed  İsminin Anlamı

1. Çok övülmüş, hamd edilmiş.

2. Birçok güzel huylara sahip.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a.) ismi. Dedesi Abdülmuttalib (as) tarafından, gökte hak yerde halk övsün niyetiyle bu ad konulmuştur.

Kur’an’da Ali İmran 144, Ahzab 40, Muhammed 2 ve Fetih 29. ayetlerde geçer.

Üstün Kelime Manası

(I) sf. 1. Benzerlerine göre daha yüksek bir düzeyde olan, onları geride bırakan: “Bu nazire gazeller muhakkak ki onlardan çok üstündü.” –A. H. Çelebi.

2. Birine veya bir şeye göre nitelik bakımından daha yüksek, daha elverişli olan, faik.

(II) a. db. esk. Arap harfli metinlerde bir ünsüzün a, e seslerinden biriyle okunacağını gösteren işaret, fetha.

 

ANLAŞILAN                      :

Muhammed, çok övülmüş demektir.

Üstün, Benzerlerine göre daha yüksek bir düzeyde olan, onları geride bırakan demektir.

Allah (c.c.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.)' e üstün ve çok övümüş isim ve ünvanını vermiştir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) BİLGİLERİ

 

Peygamberimizin Doğumu

Hicri: 12.03(Rebiülevvel). (-53)

Miladi: 20.04(Nisan).571 Pazartesi Mekke' de Dedesi Abdulmuttalib' in evinde doğmuştur.

 

Peygamberlik Tarihi

Hicri: 27.09(Ramazan).(-13)

Miladi: 13.05(Mayıs).610 Çarşamba Nur Dağı Hira Mağarasında Kadir Gecesi Peygamber olmuştur.

 

Hicret Tarihi  (16.07.622)

Hicri: 0 Hicri Takvim Başlangıcı                    Peygamberimiz  Hicri 52- 53 yaşında hicret etti. 

Miladi: 16.07.622                                       Peygamberimiz Miladi 51-52 yaşında hicret etti. 

 

Peygamberimizin Vefat Tarihi   

Hicri: 13.03(Rebiülevvel).11

Miladi: 08.06(Haziran).632 Pazartesi Mekke' de Evinde vefat etmiştir.

 

Peygamberimizin Vefat Yaşı

Hicri: 13.03.11 - 12.03.(-53) = 64 Yıl 1 Gün

Miladi: 08.06.632 - 20.04.571 = 61 Yıl 1 Ay 18 Gün 

 

Peygamberlik Süresi

Hicri: 13.03.11 - 27.09.(-13) = 23 Yıl 5 Ay 16 Gün

Miladi: 08.06.632 - 13.05.610 = 22 Yıl 0 Ay 25 Gün

PEYGAMBER EFENDİMİZİN SİMASI

 

Beni İsrail Siması

Yahudilikte tanrı algısı (antropomorik) insan benzeri bir algıdır. Yahudi tanrı algısında Tanrı zaman-zaman insana dönüşür ve beşeri vasıflar taşır. Mesela insan’ı yarattığı için pişman olur. (Tekvin: 6: 5-7.) Hz. İbrahim’in hanımı Sarah’ı hamile bırakır. (Tekvin:21-1-2.)

Yakup ile güreşir yorulur ve dinlenir. Ve Yakup’a üstünlük verilir. Beni İsrail lakabını oradan aldığını idda ederler.

Kuran’da beni İsrail,17 yerde geçer. Ey israiloğulları olarak 2 yerde geçer.

Beni İsrail, Hz Yakup’un lakabıdır. Hz Yakup Yüce Allah tarafından Seçilmiş seçkin insan demektir. Beni İsrail, İsrailoğulları 12 kabilenin tümüne de denir. O cağın üstün milletli demektir.

Doğrusu onları, akıl sır ermez ilahi bir bilgiye istinaden çağdaşları olan tüm toplumlar içerisinden böyle seçmiştik.   Ve onlara sınav olduğu ayan açık belli olan mucizevî işaretler vermiştik. (44-Duhan/32-33.)

 

ANLAŞILAN                      :

Beni İsrail esasen Hz. Yakup' un lakabıdır ve sonrasında da Soyundan olan İsrail Oğullarına denir.

Beni israil siması da budur.

Peygamber efendimiz ve Mehdi beni İsrail simasından olduğuna göre Demek ki Hz. Yakup' a benzerler.

O da İsrailoğullarındandır.

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V) AİLESİ VE AKRABALARININ İSİMLERİ

 

Babasının adı: Abdullah

Annesinin adı: Âmine

Dedesinin adı (Babasının babası): Abdulmuttalip

Babaannesinin adı: Fâtıma bint-i Ömer el-Mahzûmiyye

Dedesinin adı (Annesinin babası): Vehb

Anneannesinin adı: Berre

Amcaları: Zübeyr (Ebû Tâhir), Ebû Tâlib, Abbâs, Dırâr, Hamza, Mukavvim, Hacl, Hâris, Ebû Leheb, Gaydak, Abdülkâbe, Kusem.

Halaları: Ümmü Hakîm el-Beydâ, Âtike, Ümeyme, Ervâ, Berre, Safiyye.

Teyzeleri: Ferîda ve Fahita

Dayıları: Abdyağûs, Ubeydyağûs.

 

Hanımlarının isimleri:

Hatîce bint-i Huveylid, Sevde bint-i Zem‘a, Âişe bint-i Ebû Bekir, Hafsa bint-i Ömer, Zeyneb bint-i Huzeyme, Ümmü Seleme (Hind bint-i Huzeyfe), Zeyneb bint-i Cahş, Cüveyriye bint-i Hâris, Safiyye bint-i Huyey, Ümmü Habîbe (Remle bint-i Ebû Süfyan), Meymûne bint-i Hâris, Mâriye bint-i Şem‘ûn.

 

Çocuklarının isimleri:

Erkekler: Kâsım, Abdullah (Tayyib ve Tâhir), İbrahim.

Kızlar: Zeyneb, Rukıye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma.

 

Torunlarının adları:

Erkekler: Ali, Abdullah, Hasan, Hüseyin, Muhsin.

Kızlar: Ümâme, Ümmü Gülsüm, Zeyneb.

Damatlarının İsimleri: Hz. Ali (r.a) ve Hz. Osman (r.a)

Ebesinin adı: Şifâ bint-i Avf (Ümmü Abdurrahmân)

Dadısının adı: Ümmü Eymen

Süt Anneleri: Süveybe el-Eslemiyye (Ebû Leheb’in âzâtlı câriyesi), Halîme bint-i Ebî Züeyb es-Sa’diyye.

 

Süt Kardeşlerinin isimleri:

Süveybe’den: Abdullah bin Cahş, Hamza bin Abdülmuttalib, Ebû Seleme bin Abdülesed, Mesrûh bin Süveybe.

Halîme’den: Halîme’nin kocası Hâris’in çocukları Abdullah, Üneyse, Huzâfe (Şeymâ).

 

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.V) SOYU

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendinmiz’in temiz ve pak soyu yirmi birinci kuşaktan atası olan Adnân vasıtasıyla Hz. İbrahim -aleyhisselâm-’in oğlu Hz. İsmail -aleyhisselâm-’a dayanmaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimzi’in soyunun da mensup olduğu Kuzey Araplarına İsmâilîler veya Adnânîler gibi isimler de verilmektedir (Araplar’ın diğer ana kolu, anayurdu Güney Arabistan olan Kahtânîler’dir).

Hz. Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Adnân’a kadar soy kütüğü kesin olarak bilinmekte olup şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib (Şeybe) b. Hâşim b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Kâ‘b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr (Kureyş) b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Mead b. Adnân. Bu tabloya göre Hz. Peygamber, Araplar’ın, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in soyundan gelen Adnânîler kolundan, Kureyş kabilesinin Hâşimoğulları sülâlesine mensup Abdullah b. Abdülmuttalib’in oğludur.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) HZ. AİŞE İLE KAÇ YAŞINDA EVLENDİ

 

Birçok tarihi kaynak Aişe validemiz ile ablası Esma arasındaki yaş farkının 10 olduğunu kaydettiler. (Nevevi,Tehzib'ül-Esma 2/597, Hakim, Müstedrek 3/635)

Hicretin 73. yılında 100 yaşında vefat etmiş olan Esma hicret sırasında yaklaşık 27 yaşlarında idi. Onun, Aişe validemizden de 10 yaş büyük olduğu da bilindiğine göre, Aişe validemizde  hicret sırasında 17 yaşlarında olduğu açıkça görülür. (Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet BERKİ, Osman KESKİNOĞLU, s:210)

Aişe validemiz Hicretten yaklaşık 1 yıl sonra evlendiği de bilindiğine göre Aişe validemiz Hz . Muhammed ile evlendiğinde yaklaşık 18 yaşındaydı. Bu uydurma rivayetin karşısındaki en sağlam delil budur. Çünkü Aişe validemizin doğum ölüm vb.. kayıtlarına tarih kitaplarında  rastlamazken ablası Esma hakkında bu tür bilgiler kayıt altına alınmıştır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED(S. A. V.) ' İN ÇOCUKLARI

 

Rasûl-i Ekrem Efendimizin üçü erkek dördü kız olmak üzere yedi çocuğu doğmuştur. Bunlar doğuş sırasıyle Kasım, Zeyneb, Rukayye, Ümmü Külsûm, Fâtıma, Abdullah, İbrahim isimlerini taşımışlardı. Bu yedi çocuğun altısı Hazreti Hadîce'den, yedincisi Mısırlı Hazreti Mâriye'den idi.

İbni İshak, Peygamberimizin (Tâhir) ile (Tayyib) adında iki evlâdı daha olduğunu söylemekte ise de bunların Abdullah'ın sıfatları olduğu bildirilmiştir.

 

1) Kasım:

Rasûl-i Ekremin ilk çocuğu Kasım idi. Bu sebepten künyesi: Ebül-Kasım (Kasımın babası) oldu. Hazreti Peygamber, Ebûl-Kasım adiyle çağırılmasından hoşlanırdı. Ashab da kendisini bu isimle çağırırlardı. 

İbni Sa'de göre, Kasım iki sene yaşadı. Mekkede vefat etti. Rasûl-i Ekremin çocukları içinde ilk ölen Kasım oldu.

 

2) Zeyneb:

Peygamberimiz'in en büyük kızıydı. Kasım'dan sonra doğmuştu. Zeyneb doğduğu zaman, Rasûl-i Ekrem otuz yaşındaydı. Mekke'de doğmuş olan Zeyneb, Hicretin sekizinci senesi Medine'de vefat eyledi. Vefatında otuz yaşında bulunuyordu.

Zeyneb, önce, teyzesinin oğlu Ebûl'as ile evlenmişti. Ebûl as bidayette müşriklerden ayrılmadığı için, "Bedr" gazvesinde Müslümanların eline esir düşmüş, kurtulunca, Zeynebi Medine'ye göndereceğine söz vermişti. Rasûl-i Ekrem, ailesini getirmek için, "Harise oğlu Zeyd"i göndermişti. Zeynebi Medine'ye götüren Zeyd oldu. Zeyneb Medine'ye gitti ve fakat zevci Ebûl'as Mekke'de kaldı.

Ebûl'as, bir seriyye esnasında yine Müslümanların eline esir düştü ve fakat Hazreti Zeyneb'in himayesi sayesinde serbest bırakıldı. Ebûl'as, ikinci defa esirlikten kurtulunca, Mekke'ye gitti. Emanetleri sahiplerine verdikten sonra, Müslümanlığı kabul etti. Medine'ye hicret eyledi. Müslüman olduğu için nikâhları yenilendi.

Ebûl'as, Hazreti Zeynebe iyi muamele ederdi. Bu yüzden, Rasûl-i Ekremin takdirini kazandı. Zeyneb, kocasına tekrar kavuştuktan sonra çok yaşayamadı. Vefatında, cenazesi "Ümmü Eymen" ile "Hazreti Sevde" tarafından yıkandı. Namazını Rasûl-i Ekrem kıldı. Mezarına Ebûl'as indirdi.

 

3) Rukayye:

Rasûl-i Ekremin ikinci kızıydı. Doğduğu zaman Hazreti Peygamber Efendimiz, otuz üç yaşında bulunuyordu. Rukayye babasının peygamberliğinden önce, Ebû Leheb'in oğlu, Utbe ile nişanlanmıştı. Rasûl-i Ekrem, halkı İslama dâvete başlayınca Ebû Leheb, oğlunu çağırdı:

"Oğlum! Muhammed'in kızından ayrılmıyacak olursan, ben senden ayrılırım." dedi. Utbe de babası Ebû Leheb'in teşvikiyle "Rukayye"yi bıraktı. O zaman Rukayye, Hazreti Osman ile evlendi. Habeşistana göç eden ilk kafileye Hazreti Osman, zevcesi Hazreti Rukayye ile birlikte katılmışlardı. Hazreti Osman, Habeşistan'dan Mekke'ye dönmüş, oradan da Medine'ye hicret etmişti. Rukayye, Bedr gazası günlerinde hastalanmış, bu yüzden Hazreti Osman, Bedr muharebesinde bulunamamış, hattâ zevcesi başında kaldığı için, mazeretliler arasına konulmuştu.

Bedr gazası zaferini Harise oğlu Zeyd, Medineye ulaştırdığı gün, Hazreti Rukayye vefat etmişti. Rasûl-i Ekrem de, Bedr savaşı yüzünden, kızı Rukayye'nin cenazesinde bulunamamıştı.

 

4) Ümmü Külsüm:

İslâmiyet gelmeden önce doğdu. Annesi Hazret-i Hadîce’dir. Ümmü Gülsüm İslâmiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in ikinci oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. İslâmiyet gelince Ebû Leheb îmân etmedi ve İslâmiyet'in çok azgın bir düşmanı oldu. Onun hakkında (Tebbet) sûresi nâzil olunca oğluna Ümmü Gülsüm’den ayrılmasını söyledi. O da babasını dinliyerek ayrıldı.

Bedr gazasının sonunda, Hazreti Rukayye'nin ölümünden bir yıl sonra, Hicretin üçüncü yılı, Hazreti Osman'la evlendi.

Buhârînin bildirdiğine göre, Hafsa dul kalınca, Hazreti Ömer, Osman'a müracaat ettiği zaman, Hazreti Osman tereddüt etmişti. O zaman Rasûl-i Ekrem, Ömere:

    "Ben sana Osman'dan, Osman'a da senden daha iyi bir adam bulacağım. Kızını bana ver, ben de kızımı Osman'a vereyim." demişti.

Hazreti Osman'la evlenen Ümmü Külsûm, onunla altı yıl beraber yaşadı. Hicretin dokuzuncu senesi vefat etti. Cenaze namazı Rasûl-i Ekrem tarafından kılındı. Hazreti Ali Hazreti Fadl ve Hazreti Üsâme tarafından gömüldü.

Hazreti Osman, Rasûl-i Ekremin iki kızı: Rukayye ve Ümmü Külsûm ile evlendiği için, "İki nur sahibi" mânâsına "Zinnûreyn" sıfatını kazanmıştı.

 

5) Fâtıma:

Rasûl-i Ekrem (as)'in en küçük ve fakat en sevgili kızıydı. İlâhî vahiy ilk geldiği zaman, Mekke'de doğdu. Hicretin ikinci senesi Medine'de Hazreti Ali ile evlendi. Evlendikleri zaman Hazreti Fâtıma on beş, Hazreti Ali yirmi dört yaşındaydı. Rasûl-i Ekrem, kızı Fâtıma için, yatak çarşafı, iki değirmen, bir su tulumu hazırlamış, Hazreti Fâtıma, değirmenlerle su tulumunu, bütün ömrü boyunca kullanmıştı.

Rasûl-i Ekrem Hazreti Ali ile Hazreti Fâtıma'nın iyi geçinmesini ister, aralarında ihtilâf çıkarsa, onları barıştırırdı. Bir gün Ali, Fâtıma'ya şiddetli bir muamelede bulunmuş, Fâtıma de Rasûl-i Ekreme başvurarak Ali'yi şikâyet eylemişti. Fâtıma'dan sonra, Ali gelmiş, o da Fâtıma'yı şikâyette bulunmuş, fakat Rasûl-i Ekrem ikisin de barıştırmıştı.

Bir defa da, Hazreti Ali ikinci bir zevce almaya kalkmış, bunu haber alan Rasûl-i Ekrem çok üzülmüş bir hutbesinde;

    "Benim kızım benim ciğerparemdir. Kızımı kederlendiren her şey, beni de kederlendirir."

demiş, bunun üzerine Hazreti Ali teşebbüsünden vazgeçmiş, Hazreti Fâtıma'nın sağlığında başka bir kadınla evlenmemişti:

Hazreti Fâtıma, Hicretin on birinci senesi, babasından altı ay sonra vefat eyledi. Rasûl-i Ekrem Efendimizin irtihalinde kızı yirmi beş yaşındaydı.

Rasûl-i Ekrem, kızı Fâtıma'yı çok severdi. Hastalığı sırasında onu yanına çağırdı. Kulağına fısıldadı. O zaman Fâtıma ağladı; sonra yine fısıldadı. Bu sefer, Fâtıma'nın yüzü güldü. Hazreti Âişe sordu. Hazreti Fâtıma da:

     "Önce, Rasûl-i Ekrem, hastalığı sonunda öleceğini söyledi, ağladım. Sonra, ailesi içinde kendisine ilk kavuşacak olanın ben olduğumu haber verdi. O zaman da sevindim." 

diye cevap vermişti.

Rasûl-i Ekrem Efendimizin soyunu yaşatan Hazreti Fâtıma oldu. Fâtıma'nın beş çocuğu oldu: Hasen, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Külsûm, Zeyneb isimlerinde idi. Bunlardan Muhsin, küçükken vefat etmişti.

 

6) Abdullah:

Hicret'ten önce, on birinci senesi Mekke'de doğdu, üç ay yaşadı. Küçükken öldü. "Tâhir ve Tayyeb" Abdullah'ın diğer isimleriydi.

 

7) İbrahim:

Rasûl-i Ekrem'in en küçük çocuğu ve en küçük oğluydu. Hicretin sekizinci senesi Medine'de doğdu. İbn İshaka göre, Resûl-i Ekrem'in İbrahim'den başka bütün çocukları, Peygamberlikten önce doğmuşlardı. İbrahim, Mısırlı Hazreti Mâriye'den dünyaya gelmiş, Hazreti Âişe'nin rivayetine göre, on yedi veya on sekiz aylıkken vefat etmişti.

Rasûl-i Ekrem, İbrahim'in doğumundan çok memnun olmuş, yedinci günü bir ziyafet vermiş, fukaraya sadaka dağıtmış, oğluna Hazreti İbrahim'in adını takmıştı. Çünkü, Rasûl-i Ekrem'in Hazreti Hadîce'den doğmuş olan erkek çocukları küçük yaşlarındayken ölmüşlerdi. Diğer zevcelerinden de evlâdı olmamıştı.

Ebû Rafiın zevcesi Selmâ, yeni doğan İbrahime sütannelik yapmıştı. Buhârî, Ümmü Seyf'in İbrahimi emzirdiğini bildirmektedir. Rasûl-i Ekrem, sütanneye uğrar, İbrahimi görür, okşar ve öperdi.

İbrahim, Ümmü Seyf'in evinde öldü. Hazreti Peygamber, çocuğunun hastalığını duyunca, Avfoğlu Abdurrahmân ile onun yanına gitmiş, İbrahim'in ölüm pençesinde kıvrandığını görünce, dayanamamış ağlamıştı. Abdurrahmân:

"Yâ Resûlallah! Ne yapıyorsunuz?.," deyince, Rasûl-i Ekrem:

"Şefkat duygularım galeyana geldi." buyurmuştu.

Rasûl-i Ekrem, oğlunun cenaze namazını kılmış, Abbâs oğlu Fadl, Zeyd oğlu Üsâme, Maz'un oğlu Osman, İbrahimi mezarına indirmişti. Beki' mezarlığına gömüldü.

İbrahim öldüğü zaman güneş tutulmuştu. Halk, güneş de mateme katıldı, deyince Rasûl-i Ekrem:

    "Güneş ile ay, Allah'ın âyetlerindendir. Bir fânînin ölümü yüzünden tutulmazlar!"

diye hitapta bulunarak, Müslümanları böyle yanlış anlayışlardan uzaklaştırmışlardı.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.)' İN EŞLERİ

 

1. İlk Eşi Hazreti Hatice (r.a) Validemiz

Hazreti Peygamber’in (sav) ilk evliliği, Hazreti Hatice validemizle olmuştur. Hazreti Hatice validemizle evlendiğinde, Efendimiz 25, Hatice validemiz ise, 40’tır. Aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Hatice validemizin, Hazreti Peygamberimiz için yeri, diğer eşlerinden farklıdır. Efendimizin ilk peygamberlik döneminde yanında olmuş, bütün insanların efendimizi terk edip, alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, ilk vahiy gelmesi durumunda böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın getirdiği heyecanla efendimizin ürpermesi karşısında tereddüt etmeden şu yatıştırıcı sözleri efendimize söylemiştir:

“Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin.”

Hatice validemiz, ilk Müslüman olanlardandır. Vahyin onuncu yılında, hicretten üç yıl kadar önce vefat etmiştir. Efendimiz Hazreti. Hatice vefat ettiğinde çok üzülmüştür. Peygamber efendimizin amcası Ebu Talib ile eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü hadiseler peş peşe geldiğinden bu yıla, hüzün yılı denmiştir.

Efendimizin Hatice validemizle evliliği 25 sene sürmüş, İbrahim haricindeki tüm çocukları da Hatice validemizden doğmuştur. Vefatında efendimizin yaşı 50’dir. Hazreti Peygamber efendimiz evliliğinin büyük bir kısmını gençlik ve olgunluk yaşlarını, kendisinden 15 yaş büyük Hatice validemizle geçirmiştir.

 

2.Hazreti Sevde binti Zem’a (r.a)Validemiz

Sevde binti Zem’a (r.a) da ilk Müslüman olan insanlardandır. Eşi Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş validemizde, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, kendisiyle evlenerek, yarasını sardı validemizi perişan olmaktan kurtardı.

Sadece Efendimizin nikâhında bulunmayı düşünen bu yüce validemizin, dünyada dilediği başka şey de yoktu. Efendimizle evlendiğinde yaşı 55’ti. Yaşından da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki gerçek amaç, kimsesiz kalan bir kadının elinden tutarak onu, emin olacağı bir yuvaya kavuşturmaktı.

 

3.Hazreti Aişe (r.a) Validemiz

Efendimizin bakire olarak evlendiği ilk ve de tek hanımdır. Validemiz daha sonra halife olacak olan Hazreti. Ebubekir’in kızıdır.

Hazreti Aişe validemiz çok zeki nadide bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O nadide değerli olan varlık, ancak peygamber eşi olabilirdi. Aişe validemiz en büyük hadisçi, mükemmel tefsirci ve en değerli fıkıhçı olarak kendini göstermiş, her yönüyle Hazreti Peygamber’i temsil etmeye çalışmıştır.

Efendimizin Hazreti işe ile evliliği, kendisinden ayrılmayan, çektiği sıkıntılara birlikte katlanan, mağara arkadaşı Hazreti Ebu bekir için en büyük hediye olmuştur.

 

4. Hazreti Hafsa binti Ömer (r.a) Validemiz

Hazreti Hafsa validemiz dul bir kadındır. Eşi Bedir Savaşı’nda şehid olmuş bir mücahittir. Kocasının vefatından sonra yalnız kalmıştır. Babası Hazreti Ömer, önce Hazreti Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, O kabul etmemiş, Hazreti Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Sonra da bu duruma şahit olan efendimiz çok geçmeden validemizle evlenmek istediğini söylemiş ve de evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruri bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hazreti Ömer’in gönlü hoş olmuş, eşinin vefatına üzülen ve tek kalan bir hanımın bu yalnızlığı giderilmiş.

 

5. Hazreti Zeynep binti Huzeyme (r.a) Validemiz

Efendimiz (s.a.v) Hafsa validemizden sonra bu hanımla evlenmiştir. Onun eşide Bedir’de şehit edilmiş Ubeyde b. Hâris’tir. Kimsesiz kalan bu değerli kadının yaşı da 60’tır. Bu zamanında, ona yardım edecek birine çok muhtaçtır. Onu zor durumda gören Peygamberimiz, nikâhlayarak onu yanına almıştır. Evlendikten iki sene sonra da vefat etmiştir.

Altmış yaşındaki hanımla evlilikte dünyevî bir isteğin olması mümkün olmamaktadır. Bu evlilikteki neden, tek kalan bir kadına yardım eli uzatmaktır.

 

6. Hazreti Ümmü Seleme (r.a) Validemiz

Bu validemiz de ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret etmiştir. Sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, uzak, birçok yetimle, hayat zorluklarını yüklenmiş bu kadına, ilk kez şefkat elini, Hazreti Ebu bekir ve de Ömer uzatmışlar. Fakat bu istekleri reddetmiştir.

Sonrasında efendimiz evlilik teklifi etmiş ve validemiz kabul etmiştir. Böylece yetimleri, bir eve kavuşmuş, babalarının ölümünden dolayı üzüntülerini, efendimiz vesilesiyle unutmuşlardır. Ümmü Seleme validemizde Hazreti Aişe validemiz gibi dirayet ve fetanetli bir kadındı. Efendimizin Altmış yaşına yaklaşmış bir sürü çocuğu olan, dul kadınla evlenmesini hiçbir şeyle açıklayamayız.

7. Hazreti Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r.a) Validemiz

Mekke’de küfrün öncülüğünü yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi makamına gelecek bu hanıma, imanı nasip etmişti. Mekke’de inancını yaşayamayınca, eşiyle beraber Habeşistan’a hicret etmişti. Fakat bu sırada kocası önce Hıristiyan olmuş, sonra da ölmüş, oda tek kalmıştı. Efendimiz öğrenince Necâşi’ye haber gönderip, kimsesiz kalan bu validemizin kendisine nikâhlanmasını istedi. Durumu öğrendiğinde çok mutlu olan Ümmü Habibe’nin nikâhı, Necâşi yanında kıyılmış.

Peygamberimiz böyle yapmasaydı, tek kalan bu kadın, Mekke’ye gidecek babasının zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya da Hıristiyanlardan yardım dileyecekti. Lakin efendimiz sayesinde bu güzel evlilikle en doğru yolu seçmiş oldu.

 

8. Hazreti Cüveyriye binti Hâris (r.a) Validemiz

Müslümanlar, Müreysi gazvesinde galip olmuş, çok ganimet elde edilmiş, bunun yanı sıra 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi.

Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hazreti Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı istemiş, Efendimizde onun fidyesini vererek hürriyete kavuşturmuş. Babası kızını götürmek isteyince, o Medine’de kalmayı istemiş, sonrada efendimiz ile nikâhı kıyılmıştır.

Efendimizin bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarına düşen esirler bırakılmış, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, efendimiz ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle esirleri bırakmışlar. Hazreti Peygamber’in bu evliliği de altmış yaşlarındadır. Bu evlilikte efendimiz önemli bir kabileyle akrabalık olmayı istemiş, birçok esirin bırakılmasını sağlamış, birçok Yahudi’nin İslâm’a girmesine vesile olmuş ve eşi savaşta ölen, bir hanımı, şefkati altına alarak müminlerin anası mertebesine yükseltmiştir.

 

9. Hazreti Safiyye binti Huyey (r.a) Validemiz

Gerçek adı Zeynep’tir. O zamanda Arabistan’da reislere düşen ganimete Safiyye denilmektedir. Bu hanım da efendimizin düştüğü için Safiyye adını almıştır. Anne-babası, Yahudilerdendi. Babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası kardeşi öldürülmüş, kabilesinden birçok kimse esir düşmüştü. Safiyye, validemiz İslâm’a karşı kin ve nefret içindeydi.

Savaştan sonra efendimiz onu nikâhına alarak, yumuşamasını sağladı. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir kısmıyla akrabalık kurulmuş, Müslümanlığı yakından tanımaları sağlanmıştır.

 

10. Hazreti Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r.a) Validemiz

Efendimiz İslâm’a davet için hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Mektuplardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel karşılamış, Peygamberimize hediyelerle beraber iki de cariye göndermişti. Yolda iki cariye, Müslümanlık hakkında bilgi aldıktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Medine’ye gelince, Efendimiz Mariye’yi kendisine almıştı. Sonra da azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, bu validemizdendir.

Bu evlilik, Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir bıraktı. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. Bunun nedenlerinden biri de, kendilerinden olan kadının, Peygamber’le evli olmasıydı.

 

11. Hazreti Meymûne binti Hâris (r.a) Validemiz

Gerçek adı Berredir, efendimiz tarafından Meymûne olarak değiştirilmiş. Hazreti Peygamber’in son evliliğidir. Hazreti Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf için gitmişlerdi. Burada Peygamberimizin amcası Abbas, Meymûne’yle evlenmesini teklif etti. Meymûne, Abbas’ın baldızıydı, nikâh yetkisini Abbas’a vermişti. Peygamberimiz de teklifi kabul ederek, nikâhlandı.

Bu evlilik zamanında Efendimiz, altmış yaşlarındadır. Yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatmak ve onu sıkıntılardan kurtarmak için olan bir evlilikti.

 

12- Hazreti Zeyneb bînti Cahş (r.a) Validemiz

Zeyneb, Peygamberlikten 20 yıl önce doğmuş, Efendimizin halasının kızıdır. İlk iman eden kimselerdendir. Gerçek ismi Berredir. Efendimiz adını Zeyneb olarak değiştirmiştir. Babası Beni Esed kabilesinden Burre, annesi Efendimizin halası Ümeyye binti Abdulmuttalib’tir.

Zeynep validemiz Mekke’den Medine’ye ilk hicret edenlerdendi. Hicret ettiğinde bekârdı. Efendimiz onu evlâtlığı olan Zeyd b. Harise ile evlendirdi. Efendimiz Zeyneb validemiz gibi asil soylu ve güzel birini, azad ettiği hizmetçisi Zeyd ile evlendirmekle bir adım atmak istemişti Ancak toplum etkisiyle olacak ki, Zeyneb ve de kardeşleri öncelerde bu evliliği istemediler. Hür bir kadının, azad edilmiş bir köle ile evlenmesi o günkü geleneğe uymamaktaydı. 

Zeyneb, Efendimize, “Ya Rasulallah, ben senin halanın kızıyım, ona varmaya razı değilim, üstelik ben Kureyş’liyim.” dedi. Efendimiz, Zeyd’in İslâm’daki değerini anlattı, anne baba tarafından asil soylu bir kimse olduğunu söyledi. Bu sözlerin üzerine, Ahzab suresinin 36. ayeti indi: “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Bu ayet üzerine Zeyneb validemiz, “Ben Allah ve Resulüne asi olamam” diyerek evlenmeyi kabul etmiştir.

 

Ancak bu evlilik iyi gitmez. Zeyneb validemiz, dinine düşkün Allah’tan korkan bir kadın olmasından, güzelliği, asilliği ile övünüyor, azat edilmiş bir köle olan eşine iğneleyici söz söyleyip yukarıdan bakmaktaymış.

Zeyd, geçimsizliğe dayanmadı. Efendimize giderek boşanmak istediğini söyledi. Efendimiz çok üzüldü. Evliliği isteyen efendimiz idi. Toplumun kötü algılamalarını kırmak istemişti. Her zaman Zeyd’e “Karını tut, boşama” demekteydi. Bu evlilik bir yıl sürdü Zeyd, boşandı.

Hicretin 5. yılında, Zeyneb validemiz, 35 yaşında iken Efendimizle semavi bir akitle evlenmiştir. Bu evlilik olunca münafıklar: “Muhammed, oğlunun karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını nikâhladı!” dediler. Bu sebepten Ahzab suresinin 40. ayeti nazil oldu: “Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah’ın Resulüdür ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her şeyi hakkıyle bilir.”

Zeyneb’i evvelde bekâr iken de tanıyan Efendimiz, validemizi Zeyd’le evlendirmeden evvel onunla evlenebilirdi. Bir engeli yoktu. Anlıyoruz ki, bu evliliği yapmasındaki neden toplumda yayılan yanlışların düzeltilmesiydi. Efendimiz hayatı boyunca her şeyin en iyisini ve en doğrusunu yapmıştır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V.)' İN MAL VARLIĞI VE BOL BOL DAĞITMASI

Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) 'in ilk olarak yetim fakir idi, sonu aşırı zengin oldu. 

Daha sonra Ashabda aynı oldu. 

İlk defa da Hazreti Hatice Validemizin malı çoktu. Bin devesi ile kervancılık yapar, çalışırdı. Hepsini Peyamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e feda etti. (Mir'at-ı Kainat, Cild 1, Sayfa: 418; Mevahib-i Ledünniye, Cild 1, Sayfa: 333) 

Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) hepsini fakirlere harcadı. Yine fakir oldu. 

Sonunda futuhat açıldı. Ganimet malı çok oldu, zengin oldu.  En cömert Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) [Ramuzu'l-Ehadis, (30. Bölüm) Hadîs No: 8] ve yine en cömert Hazreti Ebu Bekir El Sıddık (Radiyallahu anhu) idi.

 

Hz.Muhammed (S.a.v.)' in in mal varlığı..

-Çok zengin bir kadın olan kendisinden 15 yaş büyük Hz. Haticeden miras kalanlar

-Ebubekir' in sağladığı mallar.

-Medinelilerin sağladığı mallar.

- Medine yakınlarındaki hurmalıklar.

- Hayber hurmalıkları

- Fedek hurmalığı (islamda ilk ayrılığa neden olan yer)

- Savaş ganimetlerinin beşte bir payı. Bazılarının tümü..

- 60' tan fazla kölesi 20 cariyesi(ayşenin bir yeminini bozması üzerine 40' ını azda tmesinden anlaşılır.) (Buhari)

- Hevazin-huneyn savaşında elde edilen ganimetler. 6 bin kadın, 24 bin deve, 40 bin davar, 4 bin okiyye gümüş.

- Beni nazır yahudilerinden ele geçirilen mallar.

Yukarda sayılanlar Buhari sahih hadislerindendir.

 

ANLAŞILAN           Peygamberimizin Mal Varlığı           :

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.) zengindi. Gerek Hurma bahçeleri gerekse savaş ganimetleri ve de eşi Hz. Hatice' den gelenlerden dolayı;

Fakat peygamber efendimizin güzel ahlakından olsa gerek, fakirlere bol bol dağıtırdı. Hasat zamanı da hasatın 5 de 1 ini eşlerine dağıtırdı. Geri kalanından kendisine ayırır ve jalanı fakirlere dağıtırdı. 

Peygamber efendimize gelen hediyeler de olurdu. Onu da fakirlere dağıtırdı.

Tüm bu mal varlığına rağmen evinde yiyecek ekmek bulamadığı zamanlar oldu. Peygamber efendimizin hayatında sabittir. 

İşte bize en güzel örnek Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.)' in hayatıdır. Zekatını, sadakasını ve fitresini bol bol dağıtırdı. Zengin olduğu halde yiyecek ekmek bulamadıkları olmuştur. 

Hiçbir zaman tıka basa yemek yemezdi. Sofradan doymadan kalkardı. Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı.

Peygamber Efendimiz Bol Dağıtır Zenginken Fakirlik İçinde Yaşardı

 

Peygamberimiz (asm) evlilikten evvel ticaretle uğraşmış, evlilikten sonra Hz. Hatice (ra) validemizin serveti ile ticareti devam ettirmişti. (bk. Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Mekke devri, s, 143)

 

Buna göre, Peygamber Efendimiz  (asm) çocukluğunda çobanlık yapmış, gençliğinde ise zaman zaman ticaretle meşgul olmuştur. Peygamber olduktan sonra ise Allah’ın gönderdiği İslam dinini yaşamış ve anlatmıştır. Bütün hayatı bu hizmetle geçmiştir.

 

Peygamberimiz (asm) bir dinin ve ümmetin sorumlusudur. Bu nedenle hayatın her yönünü içine alan bir vazife yapmıştır. O savaşlarda baş komutan, idarede ümmet-i muhammedin idarecisi, problemlerin çözümünde hakim, dünya ve ahiret işlerinin tanziminde bir öğretmen olmak gibi her konuda bir lider özelliğiyle yaşamış ve hizmet etmiştir.

 

Bu nedenle savaşlardan elde edilen ganimetlerin belirli bir kısmını aldığından, geçimini kimseye el açmadan karşılamıştır. Ancak O ticaret, ganimet gibi nedenlerle servet sahibi olacak kadar zenginken bile fakir gibi yaşamıştır.

 

Ganimetlerin gelirinin belli bir oranının Peygamberimize (asm) ve onun ev halkına verilmesi ayetlerle belirlenmiştir. Çünkü O'na ve ev halkına zekat düşmemektedir. Buna rağmen o bir çok zaman aç kalmış, açlıktan karnına taş bağladığı olmuştur. Kendilerine gelen teberrükleri hep fakirlere dağıtmıştır. Onun hayatını insafla okuyan kimse bunun sayısız misalleriyle karşılaşır.

 

Peygamberimiz (asm) İslâm'ın bütün dünyaya duyurulmasına çalışırken, fetih ve zafer gibi pek çok nimete de mazhar olmuştu. Fakat bu fetihlerden sonra fethedilen şehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, büyük bir tevazu içinde yol alıyordu. Hiçbir merasime ihtiyaç duymadan sade bir şekilde şehre giriyordu.

 

Yahudilerin en büyük kalesi ve yerleşim bölgesi olan Hayber'i fethettiğinde Peygamberimiz (asm), yuları ipten olan bir merkebin üzerinde olduğu halde şehre girmişti. Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline geçmiş, hazineleri dolduran ganimete sahip olmuştu.

 

Yine Peygamberimiz (asm) Mekke'nin fethi üzerine şehre girerken, muzaffer bir komutan olduğu halde, yine hiçbir şekilde gurura kapılmamıştı. Devesinin üzerinde Yüce Allah (c.c.)'a karşı başını önüne o kadar eğmişti ki, tevazuundan sakalının uçları neredeyse devesinin semerine değmekte idi. Bu halde iken söyle dua ediyordu:

 

"Allah (c.c.)'ım, hayât ancak âhiret hayâtıdır."

 

Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem değerinde bir kadife parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte bulunuyordu. Bu durumda bile riyaya kaçar endişesiyle şöyle dua ediyordu:

 

"Allah (c.c.)'ım, bu halimi riya ve gösterişten uzak kıl."

 

Halbuki o fakir de değildi. Koskoca orduları yenmiş, birçok yerler fethetmiş, çok miktarda ganimetler elde etmişti. Hatta bu haccında yüz deve kurban etmişti.

 

Peygamberimiz (asm) kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi. Zaten çok sade bir hayât yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alışverişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.

 

Allah Teala’nın Son Elçisi olan Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamın tevazu örneklerinden bazılarını şunlardır:

 

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) tevazuun her çeşidini ve en idealini hayâtında göstermiştir. Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaşamayacağı bir şekilde, tevazu ve alçak gönüllülüğün en makbulünü yaşamıştır. Yaratılmışların en üstünü, makam ve mertebece en yücesi olduğu, Kur'ân-ı Kerim'de Rabbi tarafından çeşitli defalar övüldüğü halde, hiçbir şekilde insanlar arasında peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini onlardan üstün göstermeye çalışmamıştır.

 

Bu üstün ahlâkî vasfını kendi aile fertleri arasında gösterdiği gibi, sahabîleri içinde ve henüz İslâmiyeti kabul etmemiş kimselere karşı da belli etmekten asla çekinmemiştir. Böylece pek çok insanın hidayetine vesile olmuştur.

 

Cenab-ı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında serbest bıraktığında o, "kul bir peygamber" olmayı tercih edip kabul etmiştir. Bunun üzerine İsrafil Aleyhisselâm Peygamberimize, "Şüphesiz, Allah (c.c.), tevazu gösterdiğin için o hasleti de sana vermiştir. Kıyamet gününde insanların efendisisin. Yeryüzü yarılıp kabrinden çıkacak ve ilk şefaat edecek olan da sensin." demiştir. Bundan sonra Peygamberimiz (asm) uzanarak yemek yemedi. Ve

 

"Bir köle nasıl yemek yerse ben de öyle yemek yerim. Köle nasıl oturuyorsa ben de o biçimde otururum." diyordu.

 

Bir defasında asasına dayanarak sahabîlerin yanına geldi. Resulullah'ın geldiğini gören sahabîler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz (asm) onları ikaz etti:

 

"Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum."

 

Peygamberimiz (asm) çok defa elini öpmek isteyenleri ve kendisine aşırı derecede hürmette bulunanları da hoş karşılamazdı.

 

Bir alışverişi esnasında Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) de yanındaydı. Ebû Hüreyre'nin (r.a.) anlattığına göre:

 

Peygamberimiz (asm) mal sahibine aldığı elbisenin değerinden fazla bir fiyat öder. Daha sonra satıcı hemen Peygamberimizin eline sarılarak öpmek ister. Peygamberimiz elini çekerek şu ihtarda bulunur:

 

"Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben sadece içinizden biriyim."

 

Ebû Hüreyre anlatmaya devam ediyor "Sonra elbiseleri aldı. Ben taşımak istedim. Fakat bana şöyle hitapta bulundu:

 

'Kişi, kendi eşyasını taşımaya daha lâyıktır. Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeşi ona yardım eder."

 

Peygamberimiz (asm) kendi işini kendisi yapardı. İnsanların kendisine hizmet etmelerini istemezdi.

 

Âmir bin Rebia anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu:

 

"Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem."

 

Peygamberimizin (asm) bu konudaki bir başka örnek davranışını Abdullah bin Abbas anlatıyor:

 

"Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı. Abdest suyunu kendisi bizzat hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi elleriyle verirlerdi."

 

Abdullah bin Cübeyr'in anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (asm) ashabıyla birlikte yürüyerek bir yere gidiyorlardı. Hava çok sıcak olduğundan, ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının üzerine kaldırarak gölgelemek istedi. Bunu gören Peygamberimiz, "Bundan vazgeç. Ben ancak bir insanım." buyurdu ve elbiseyi alıp indirdi.

 

Peygamberimiz (asm) kendisini görenlerin bir kral zannıyla çekinip titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı.

 

Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum." buyurdu.

 

Gerçekten de Peygamberimizi (asm) ilk defa gören, heyecanlanırdı. Fakat daha sonra ondaki şefkati, yüzündeki tebessümü görünce rahatlar, görüşüp konuşunca içindeki korku sevgiye dönüşürdü.

 

Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir kadın veya bir hizmetçi olsun, hangi halde bulunursa bulunsun, Peygamberimiz herkese eşit davranır, basit yaşayışından, fakir ve hizmetçi oluşundan dolayı kimseyi aşağı görmezdi. Onların da diğerleri gibi ihtiyaçlarını görür, hiç gurura kapılmazdı.

 

Peygamberimiz (asm)'deki üstün tevazuu gördükten sonra Müslüman olan Adiy bin Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını şöyle anlatmaktadır:

 

"Peygamber Aleyhisselâmın yanında akraba, kadın ve çocuklarının bulunduğunu gördüğüm zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran hükümdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var.

 

"Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaşlı bir kadına rastladı. Kadının yanında da küçük bir çocuk bulunuyordu. Kadın onu karşıladı ve durdurdu. O da durup bekledi.

 

"Bizim senden bir isteğimiz var' dediler. Resulullah onların ihtiyaçlarını uzun uzun konuştu. Kendileriyle birlikte gidip, işlerini gördükten sonra geldi.

 

"İçimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hükümdar değildir.' dedim. Sonra beni evine götürdü. İçi hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana uzattı ve:

 

"Buyur, buna otur.' dedi.

 

"Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim.

 

"O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler. Oturdum. Kendisi de kuru yere oturdu."

 

Peygamber Efendimiz (asm) herkesle ilgilenirdi. Hiç kimseye üstten bakmazdı. Öyle ki çoğu insanların dönüp bakmadığı, yüz vermediği kişilerin dahi isteklerini yerine getirirdi. Çünkü Peygamberimizin gayesi insanlara faydalı yolları göstermekti.

 

Medine'de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin (asm) yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu.

 

Kadın: "Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor." dedi.

 

Peygamber Efendimiz: "Benden daha köle olan bir köle var mı?" dedi.

Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor." dedi.

Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye." buyurdu.

Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem." dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:

"Ağzındaki lokmayı çıkarıp bana vermezsen yemem." diyerek diretti.

 

Peygamber Efendimiz de ağzındaki lokmayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın da hemen alıp ağzına attı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve utangaç oldu. Hiç kimseye kötü söz söylemedi. Medine'nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu.

 

Adiy bin Hatim, cömertlikle meşhur Hatim-i Tai'nin oğludur. Yakınlarının bir kısmı İslâm ordusu tarafından esir edilmiş, kendisi de mağlup bir şekilde Peygamberimizin (asm) huzuruna gelmişti. Peygamberimiz onu mindere oturtuyor, kendisi de yere oturuyordu. Ayrıca mağlup da olsa bir düşman kumandanıyla bulunduğu bir zamanda zavallı bir kadının isteğini ihmal etmiyor, onun ihtiyacını gideriyordu.

 

Hak namına, seviyece en basit insanlarla görüştüğü gibi, dostlarıyla, düşmanlarıyla ve herkesle, gösteriş ve merasime ihtiyaç duymadan görüşüyor, konuşuyordu. Böylece insanların ileriden beri görüp alışageldikleri âdet ve görenekleri fiilen değiştiriyor, yerlerine doğrusunu ve uygun olanını koyuyordu.

 

Arapların, insandan saymayıp hor gördükleri bir grup da kölelerdi. Onlarla oturmaz, birlikte yürümez, beraber yemek yemezlerdi. Bu kötü alışkanlığı da Peygamberimiz (asm) bizzat yıktı.

 

Sahabîlerin anlattığına göre, köleler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz (asm) davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların köle olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi.

 

Peygamberimiz (asm), sahabîleriyle birlikte bulunduğu zamanlarda kendisini onlardan ayırt etmez, farklı görmezdi. Onlarla beraber hareket eder, kendisi için ayrı yer seçmez, aralarına oturur, yapacakları işe iştirak eder, onlara yardımcı olur, katkıda bulunurdu.

 

Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şöyle demişti:

 

"Ya Resulullah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım."

Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz,

 

"Allah (c.c.)'ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben sahabîlerimin ökçeme basmalarına da, hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım." buyurarak reddetti.

 

Bir sefer sırasında Peygamberimiz (asm) sahabîlerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı:

 

"Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsun." dedi.

 

Bir başkası ileri atıldı:

"Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun."

Başka bir sahabî hizmete talip oldu:

"Onu yüzmesi de benim üzerime olsun." diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar.

Peygamberimiz de,

"Odun toplamak da benim üzerime olsun." diyerek katılmak istedi.

Sahabîler buna razı olmak istemediler:

"Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur." dediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu göstererek şöyle buyurdu:

"Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kâfi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah (c.c.), kulunu sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz."

 

Hendek savaşından önce Medine'nin etrafına hendek kazılırken bütün sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyor, o şekilde kazma sallıyorlardı. En büyük örnek olan Peygamberimiz (asm) de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu.

 

Kuba Mescidinin ve Medine'deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz (asm) bir işçi gibi çalışmış, sahabîlerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı.

 

Hz. Âişe (ra) validemiz, Hz. Hasan (ra) ve Ebû Said el-Hudri, Peygamberimizin aile hayâtını böyle anlatıyorlardı.

 

"Peygamberimiz ne kilitli kapılar arkasına çekilir, ne perdeler arkasına dikilir, ne de önüne tabaklarla yemek taşınırdı. Toprak üzerine oturur, yemeğini de yerde yerdi."

 

O tevazu gösterdikçe yükseliyordu, yüceliyordu.

 

"Allah (c.c.) için tevazu gösteren kimseyi Allah (c.c.) yüceltir." buyuruyor, hem de bizzat en mükemmel şekilde yaşıyordu.

 

Hazret-i Hüseyin, babası Hazret-i Ali'den dedesi Resulullahın dışarıda nasıl davrandığını öğrenmek ister. Hazret-i Ali de Efendimizi şöyle anlatır:

 

"Peygamber Efendimiz önemli bir iş olmadıkça konuşmazdı. Çevresiyle hep güzel ilişkiler kurar, onları ürkütücü bir davranışı olmazdı.

 

"Her toplumun ileri gelenine özel ilgi gösterir ve onları başkan olarak göreve getirirdi. İnsanları gözü gibi sakınır, hiçbirinden güleryüzünü ve tatlı dilini esirgemez, onların üstüne titrerdi.

 

"Sahabîlerini, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi. Karşılaştığı insanlara 'Ne var, ne yok?' diye çevrede olup bitenleri sorardı. Güzel olan her şeyi beğendiğini ifade eder, onu desteklerdi. Kötü olan şeye de tepkisini gösterir ve onu çürütücü bir tavır takınırdı.

 

"Peygamberimizin bütün hareketleri uyumlu idi. Tutarsız hiçbir davranışı yoktu. Sahabîlerin kendi özel işlerini ihmal etmeleri veya bıkkınlık duymaları endişesiyle onlar adına kendisi hep tetikte dururdu.

 

"O her durum karşısında tedarikli idi. Her problemin çaresini bulurdu. Onun yanında insanların en faziletlisi, başkalarına iyiliği en yaygın olanlardı; mertebesi en yüksek olanlar da, halkın dertlerine en iyi şekilde ortak olan ve onlara yardım elini uzatan kimselerdi."

 

Hazret-i Hüseyin babasına Peygamber Efendimizin toplantılardaki halini, sohbet şeklini sorar, Hazret-i Ali onu da şöyle anlatır:

 

"Peygamberimizin kalkması da, oturması da zikir üzere idi. Allah (c.c.)'ın adını dilinden düşürmezdi. Toplantı halinde olan bir topluluğa varsa, baş köşeye geçmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi, çevresinin de böyle yapmasını isterdi.

 

"Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi şöyleydi:

 

'Herhangi biriniz bir toplantı yerine vardığında bir baksın, şayet oturacak yer gösterirlerse oraya otursun, değilse gördüğü en uygun yere ilişiversin.'

 

"Peygamberimiz birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine göre herbirinin halini hatırını sorar, onlara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki, orada hazır olanların hepsi de Resulullahın yanında en değerli kimsenin kendisi olduğu kanaatine varırdı.

 

"Bir kimse Peygamberimizin huzurunda gereğinden fazla oturursa veya bir ihtiyacını iletmek düşüncesiyle huzura gelse, o kişi kendiliğinden kalkıp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir istekte bulunan kimseyi, ya istediğini yerine getirir veya tatlı bir dille gönderir, fakat hiç boş çevirmezdi.

 

"Onun cömertliliği, tatlı dili, güzel ahlâkı insanlar arasında öyle yayılmıştı ki, âdeta halkın babası gibi olmuştu.

 

"Onun yanında bütün insanlar da, hiçbiri arasında hak ayırımı yapılmayan aynı düzeydeki evlatlar gibiydi.

 

"Peygamber Efendimizin toplantıları hep ilim, haya, emanet ve sabır gibi ahlâkî değerlerin öğretildiği bir meclisti. Huzurunda kimse sesini yükseltmez, hiç kimsenin gizli ve özel halleri konuşulmaz, orada meydana gelen noksan taraflar ve hatalar dışarı sızdırılmazdı.

 

"Onun meclisinde herkes eşit durumdaydı. Ancak bir diğerine karşı takva ile üstünlük kazanabilirdi. Herkes tevazu üzereydi. Orada yaşça büyük olanlara saygı gösterirler, küçüklere de sevgiyle davranırlardı.

 

"Toplantıda ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle garip olanlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi."

 

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet

PEYGAMBERİMİZE BİLDİRİLMEYENDE VAR

 

Mü'min, 78. Ayet: 

Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar.

 

ANLAŞILAN              :

Allah ( c.c. ) nün gönderdiği pegamberlerin hepsinden pegamber efendimiz haberdar edilmemiş olduğu bildiriliyor. Kuranda geçen pegamber sayısı 25 dir. Bilinen 37 pegamber vardır. Lakin adamlar pegamber olmadığı halde adamlara verilen ilim ve rahmet verilmiş melekler nebi(pegamber) dir. Zaten Kur'an-ı Kerim de Allah (c.c.) insanlardan ve meleklerden pegamberler gönderir yazıyor.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) ' İN BİLDİRDİĞİ VAHİYDEN İBARETTİR

 

Diyanet Meali:

Necm Suresi (1-2). Ayet: Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.

Diyanet Meali:

Necm Suresi 3. Ayet: O, nefis arzusu ile konuşmaz.

Diyanet Meali:

Necm Suresi 4. Ayet: (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.

Diyanet Meali:

Yusuf Suresi 2. Ayet: Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

Diyanet Meali:

Araf Suresi 61. Ayet: (Nûh onlara) şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim."

Diyanet Meali:

Araf Suresi 62. Ayet: Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.

 

ANLAŞILAN                      :

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S. a. v.) doğru yoldan hiç ayrılmamıştır. 

Kendi istek ve arzularına göre konuşmaz. Yani her konuştuğu Allah' ın vahyi ve bilgisi dahilindedir. Onun dışında birşey konuşmamıştır. Zaten bütün peygamberlerde bu şekilde davranmışlardır. 

Kur'an-ı Kerimde kendisine bildirilmiş bir vahiydir. Gaybıda yanlız Allah bilir. Peygamber efendimizde ancak vahiyle gaybi bilebilir. 

Hadislerde ise gaybda bildirilmektedir. Hadislerinde Allah' ın bildirilmesiyle rivayet edildiği açıktır. 

Kendisi hiç mi hadis söylemedi bilemeyiz. Lakin peygamberimiz kendi istek ve arzusuyla konuşmamıştır. 

Kısacası İslam Kuran ve Hadistir. Hadisleri kabul etmemek küfürdür. 

Peygamber Efendimizin Tavrı ve Adaleti

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S. a. v.) hep Allah'ın peygamber efendimize vermiş olduğu şeriatla yani islamla hükmetmiştir. Aynı zamanda Halifedir. 

Her zaman adaletle davranmış müslüman, kafir ayırt etmemiştir.

Hep iyiyi ve güzeli nasihat etmiş, kötülükten men etmiştir. 

PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMMED (S.A.V.) MUCİZELERİ

 

1. Peygamberimizin Kur’an Mucizesi

Kur’an-ı Kerim her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk veren büyük ve ebedi bir mucizedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mucize verilmiş olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak, Allah’ın bana vahyettiğidir.”[1]  buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim, hem söz, hem de mânâ yönünden mucizedir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, onları, üslubu, şaşırtıcı nazmı, fesâhat ve belağatıyla aciz bırakmıştır.[2]

Dolayısıyla ona en büyük mucize olarak, kıyamete kadar devam edecek olan Kur’ân-ı Kerîm verilmiştir.

Kur’an mucizesinin ehemmiyeti âyet-i kerimede şöyle ifade edilir:

“«O’na Rabbinden mûcizeler indirilseydi ya!» dediler. De ki: «Mûcizeler ancak Allah katındadır, ben ise sadece açık bir uyarıcıyım.» Kendilerine okunup duran kitabı Sana indirmiş olmamız onlara (bir mucize olarak) yetmez mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” (el-Ankebût, 50-51)

İlâhî sözlerle (vahiyle) ilk kez karşılaşan Arapların dehşet ve şaşkınlık içinde Peygamber (s.a.v.) Efendimizden delil istemeleri üzerine bu ayetler nazil olmuş, Cenâb-ı Hak, en büyük delil ve mucizenin, Kur’ân-ı Kerîm olduğunu beyan etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında şiir ve hitabet sanatları çok ileriydi. Belâğat, fesâhat, talâkat ve edebiyat son derece revaçta idi. En imrenilen ve takdir edilen kişiler, bu hususta şöhret sahibi olanlardı. Bu sebeple, Hz. Peygamber’e (s.a.v.), bütün diğer mucizelerine ilâveten ve bunlardan daha üstün olarak, insanları kıyamete kadar aciz bırakacak Kur’ân-ı Kerîm mucizesi lütfedilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’in bir meşale gibi gönülleri aydınlatan ve aklı aciz bırakan sözleri, edebiyattan anlayan “Asr-ı Saâdet” insanının Hz. Peygamber’e (s.a.v.) itaatini sağlayan en tesirli mucize olmuştur. Hz. Ömer’in, Allah Resûlü’nü (s.a.v.) öldürmek için yola çıkmışken, tesadüfen dinlediği birkaç Kur’ân-ı Kerîm âyeti sâyesinde, küfür karanlıklarından hidayet nuruna ulaşması, bunun güzel bir misalidir.

Kur’an-ı Kerim fiziki ve fizik ötesi âleme dair en yüce gerçekleri kapsamakta ve asırlar boyu insanlığa ışık tutmaktadır. Bilim ve tekniğin sonradan ulaştığı gerçekleri, Kur’an asırlarca önce haber vermiş; hatta hiçbir keşif ve bilimsel gelişme, O’nun bildirdiği gerçeklerle ters düşmemiş hatta Kur’an’ı teyit etmiştir.

2. Peygamberimizin İsra ve Miraç Mucizeleri

Bir gecenin çok kısa bir anında Mescid- i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya gitmesiyle başlayan İsrâ ve mahiyetini insan aklının almayacağı semâvât âlemine yükselmesiyle yaşadığı Miraç hadisesidir.[3] Burada Allah’tan arada bir melek olmaksızın doğrudan vahiy almış ve namaz ibadeti de bu esnada farz kılınmıştır.

3. Şakku’l Kamer (Ayın Yarılması) Mucizesi

Mekke’de Kureyş halkının kendisinden bir mucize istemesi üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimizin parmağıyla gökyüzünde ayı işaret etmesi ve orada bulunanların ayı ikiye bölünmüş halde görmeleri. [4]

4. Hurma Kütüğünün Ağlaması Mucizesi

Allah Resulü’nün (s.a.v.) daha önceleri mescitte kendisine yaslanarak hutbe okuduğu kuru bir hurma kütüğünün, minber inşa edildikten kenara konmuştur. Sonrasında Hz. Peygamber’in hutbesini yeni minber üzerinde okurken o hurma kütüğünün Resulullah’a (s.a.v.) hasret ve muhabbetinden ötürü bir ağlamış ve inlemiş mescitteki sahabeler bu sesi işitmişlerdir.[5]

5. Zehirli Etin Kendisini Haber Vermesi

Hayber fethinde bir Yahudi kadının, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) öldürmek amacıyla sahabeleri evine davet etmiş ve onlara kızartılmış zehirli koyun eti sunması üzerine etin, kendisinin zehirli olduğunu haber vermiştir.[6]

6. Müşriklerin Nerede Öldürüleceğini Haber Vermesi

Allah Resulü (s.a.v.), Bedir harbinden önce, muharebe günü müşriklerin ileri gelenlerinden kimlerin hangi mevkide öldürüleceklerini önceden haber vermiştir ve harp meydanında söyledikleri aynen gerçekleşmiştir.[7]

7. İslam’ın Bütün Dünyaya Yayılacağını Bildirmesi

Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde “Yeryüzü önümde dürülmüş ve onun doğusu ile batısı bana gösterilmiştir. Ümmetimin hâkimiyeti bana gösterildiği yerlere kadar ulaşacaktır.” buyurmuştur. [8] Gerçekte de öyle olmuş, bugün İslam’ın, dünyanın her tarafına ulaşmıştır.

8. Az bir yiyecekle çok sayıdaki insanı doyurması,[9]

9. Parmaklarından suların akması ve susuz olan büyük bir ordunun kanıncaya kadar bundan içip bütün ihtiyaçlarını gidermesi,[10]

10. Önünü gördüğü gibi aynı anda arkasını da görebilmesi,[11]

11. Gündüz ışıkta gördüğü gibi gece karanlıkta da görmesi,[12]

12. Ne Güneş ne de Ay ışığında yürürken gölgesinin görünmemesidir.[13]

Dipnotlar:

[1] Buhari, İ’tisam:1. [2] Bkz. Bakara sûresi, 23-24; Hud sûresi, 13; İsrâ sûresi, 88; Tür sûresi, 33-34. ayetler [3] İsra sûresi, 1. ayet [4] el-Kamer, 1-3; Buhârî, Menâkıb 27, Menâkıbu’l-Ensâr 38, Tefsîr 54/1; Müslim, Münâfıkîn, 43, 47, 48; Ahmed, I, 377, 413. [5] Buhârî, Menâkıb, 25; Tirmizî, Cum’a 10, Menâkıb 6; Nesâî, Cum’a, 17; İbn-i Mâce, İkâme, 199; Dârimî, Mukaddime 6, Salât 202; Ahmed, I, 249, 267, 315, 363. [6] Buhari, Tıb, 55; Müslim, Selam, 18; Ebu Davud, Diyat, 6. [7] Müslim, Cennet, 17. [8] Ebu Davud, Fiten, 1. [9] Buhârî, Megâzî 29, Menâkıb 25, Et’ime 6; Müslim, Eşribe, 141, 142; Tirmizî, Menâkıb, 6; Muvatta’, Sıfatü’n-Nebi, 19. [10] Buhârî, Menâkıb 25, Şurût 15, Cihad 132; Müslim, Fezâil, 6; Tirmizî, Menâkıb, 6. [11] Buhârî, Ezân, 88. [12] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, VI, 75. [13] Süyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, trc. Naim Erdoğan, İstanbul 2003, s. 186.

PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED (S. A. V.) ' İN İMANI VE TAKVASI

 

Azmak, -ar (II) Tdk Sözlük

1. nesnesiz Taşkınlıkta ileri gitmek:

      Çocuklar azdı.

2. nesnesiz Deniz, ırmak vb. kabarmak, taşmak:

      Deniz azdı.

3. nesnesiz Yara, hastalık etkili, tehlikeli duruma gelmek:

      "Bazılarının bronşiti, bazılarının romatizması azmış." - Ahmet Haşim

4. nesnesiz Cinsel duyguları artmak.

5. nesnesiz Çamaşır artık ağartılamaz duruma gelmek.

6. nesnesiz Hayvanlar iki ayrı ırktan doğmak:

      Katır, atla eşekten azmış bir hayvandır.

7. nesnesiz Bitkiler, aşırı büyümek.

 

Necm Suresi 53(1-2). Ayet: Diyanet Meali:

Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.

 

ANLAŞILAN              :

Haktan Sapmadı

Hak İslamdır. Peygamberimizin İslamdan hiç ayrılmadığı ve kafir olmadığı, İslamdan önce bile İslamdan ve Allah yolundan hiç ayrılmadığı bildiriliyor.

Hiç Azmadı

Azmak taşkınlıkta ileri gitmek demektir. 

Taşkınlık yapmadığı, isyankar olmadığı, günahkarlığa sürüklenmediği, günahkarlığı alışkanlık haline getirmediği bildiriliyor.

Azmadı diyor ama hiç günahsızdır, tertemizdir demiyor.

HZ. MUHAMMED S.A.V.)' İN NAMAZ KILMA SIKLIĞI VE GECE NAMAZI

 

KONU HAKKINDA HADİSLER

Hadis: Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: Rasulullah bizimle konuşur, biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hale gelir, bütün varlığıyla Allah'a yönelirdi. (Fezail-i A'mal s. 303)

Sahabe-i Kiram, Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem-'e:

"- Fetih suresinde Allah Teala, sizi tamamen bağışladığı bildirmiştir. Öyleyse neden böylesine uzun ve ebedi bir ibadet yapıyorsunuz? dediklerinde, Fahr-ı Kainat -sallallahü aleyhi ve sellem-:

"- Allah'a şükreden bir kul neden ben olmayayım?" diye cevap vermiştir.

Bir Hadis-i Şerifte bildirildiğine göre; Rasul-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem- namaz kılarken, mübarek göğsünden sürekli el değirmenin sesi gibi hıçkırıklı ağlama sesi gelirdi.

Hazret-i Aişe -radıyallahü Anhâ-'den rivayete göre Rasul-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem-'in namazda göğsünden tencere tokurtusuna benzeyen tarzda sesler gelirdi. (İbn-i Mace, Mukaddime, 3.)

Hadis: Hazret-i Aişe -radıyallahü Anhâ-' Validemizin anlattığına göre, Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz, geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar uzun müddet teheccüde devam ederlerdi. Durumdan müteessir olan muhterem zevcesi:

"-Ey Allah'ın resûlü, geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsun?" diye sorunca;

"-Ey Âişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiştir. (Buhari, Teheccüd, 6)

Hadis: Hazret-i Ata -radıyallahü Anh- şöyle anlatmıştır. Hazret-i Aişe -radıyallahü Anhâ-'ya :

"-Allah Resulünden şahit olduğun en şaşırtıcı hadiseyi bize haber ver." dedim. Hazret-i Aişe ağladı ve dedi ki:

"- Onun hangi hali şaşırtıcı değildi ki. Bir gece geldi. Benimle beraber yatağa girdi. Tenim tenine değdi ve sonra dedi ki:

"-Ey Ebû Bekir'in kızı, bırak beni! Rabbime ibadet edeyim." Ben dedim ki:

"-Senin yanında olmayı seviyorum, fakat senin arzuna uymayı tercih ederim."

Kendisine izin verdim, kalktı, su ibriğine gitti, abdest aldı. Suyu çok dökerek israf etmedi. sonra namaza durdu, ağlamaya başladı. Öyle ki, göz yaşları, mübarek göğsüne doğru aktı. sonra rükûya gitti, gene ağladı. sonra secdeye gitti, gene ağladı. sonra başını secdeden kaldırdı, gene ağladı. Bu ağlaması sabaha kadar devam etti. Sabah namazı vakti Bilal geldi. Ezan okudu. Ben o zaman dedim ki:

"-Ey Allah'ın rasûlü! Seni ağlatan sebep nedir? Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti. Buyurdular ki:

"-Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu şükrü ben neden yapmayayım?" (Sâdık Dânâ, Altınoluk sohbetleri, C.1, s. 193)

Hadis: Fahr-ı Kainat -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimizin, ahir ömürlerinde ruhi saadetlerini teslim ederken yaptığı son nasihati, namaza dikkat etmek hususunda olup; bu, ondan rivayet edilen son Hadis-i Şeriftir. Hazret-i Enes -radıyallahü anh- anlatıyor:

"Rasûlullah Aleyhissalâtü Vesselama ölüm geldiği vakit, can çelişirken yaptığı vasiyetin hepsi:

"-Namaz(ı ihmal etmeyin) ve sağ ellerinizin sahip oldukları (nın yani kölelerinizin hukukuna riayet edin!) demek olmuştur." (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 17, s. 338)

ANLAŞILAN                    :

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.) farz namazları kıldığı gibi, sünnet namazları da kılardı. Nafile namazlarda kılardı.

Gece Namazlarını da kılardı. Yukarıda yazdığı gibi ayakları çatlayıp kanayana kadar namaz kılardı. Namazları uzun tutardı, Kuranı baştan sona kadar okuduğu da olurdu.

Mahmut seviyesinde olduğu halde, işte böyle çok namaz kılardı. Mahmut seviyesi mahşer yerinde günahlarının affedilmesidir.

PEYGAMBERLİK GÖREVİ

 

Maide Suresi 5.48. Ayet: Diyanet Meali

(Ey Muhammed!) Sana da o Kitabʼı (Kurʼanʼı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allahʼın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allahʼadır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

Casiye Suresi 45.18. Ayet: Elmalılı Hamdi Yazır (Sadeleştirilmiş 1):

Sonra emirden (olan) bir şeriat ile seni vazifelendirdik; onun için sen o şeriata uy da, ilmi olmayanların arzularına uyma!

 

ANLAŞILAN                    :

Peygamberler Görevleri

Peygamberler din işlerini yürütür, müjdeleyici yani teliğcidir ve uyarıcı' dır.

Peygamber yeryüzünün Halife'sidir. Şeriat uygulama yetkisi vardır. 

Allah başka ek görev vermediği sürece peygamberlerin görevi budur.

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)' in Görevleri

Peygamberler din işlerini yürütür, müjdeleyici yani teliğcidir ve uyarıcı' dır.

Peygamber yeryüzünün Halife'sidir. Din yönünden herkes ona bağlıdır. Şeriat işlerini de yürütme yetkisi vardır. 

Allah başka ek görev vermediği sürece peygamberlerin görevi budur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.a.v.) Veda Hutbesi

(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür."

"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.  İnsanlar! Bugünleriniz nasıl  mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

Ashabım!  Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan  dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin  anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç   şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

Mü'minler!  Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar  kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar!  Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Ey insanlar!  Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında  en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.  Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine  suçlanamaz.

 

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

-  Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

-  Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

-  Zina etmeyeceksiniz.

-  Hırsızlık yapmayacaksınız.

 

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "

Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:

"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:

"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! "

 

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

KULAK ÇINLAMASI HAKKINDA

 

Hadis: Kulak Çınlaması

“Kulak çınlaması, ind-i Bârî’de hüsn-i zikrin geçmekten olup (Cenab-ı Hak nezdinde/Allah katında güzel bir şekilde anılmaktan dolayıdır), salât-ı şerife getirmek lazımdır.” [Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi Tunahan k.s.]

Bu demektir ki; her ne kadar bazıları, özellikle de İbnu’l-Cevzî, el-Mevzuat’ında (3, 76) mevzudur/uydurmadır dese de, "Birinizin kulağı çınladığı zaman, bana salât getirsin; ‘beni hayırla ananı Allah (c.c.) da (nezdindekiler/melekler yanında) hayırla ansın’ diye dua etsin” mealindeki hadis sahihtir.

Hadis: Kulak Çınlaması

17142- Resulullah'ın (s.a.v) azatlısı Ebu Rafi, Resulullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakleder. "Kulağı çınlayan kişi beni hatırlasın, bana salavat getirsin. Sonra da beni hayırla anana Allah rahmet etsin desin."

* Taberani, el-Mu'cemu'l-kebir, el-Mu'cemu'l-evsat ile M.es-Sağir'inde ve kısa bir metinle Bezzar rivayet etti. Taberani'nin el-Mu'cemu'l-kebir'deki senedi hasendir.1

___________________________________________

1. Taberani, M. el-Kebir (958) ile M. es-Sağir'inde (1104), Bezzar (3125) ve Haraiti, Mekarimu'l-Ahlak'ında (545) rivayet etti. Munavi, Feydu'l-Kadir'de (1/399) : "Metin sahihtir" dedi. İbn Huzeyme, Sahih'inde aynı lafızla Ebu Rafi'den rivayet etti. Munavi'nin kastettiği rivayet budur. M. el-Kebir'in isnadında bulunan Hibban b. Ali zayıftır. Zehebi, Mizan'ında (3/635), bu hadisin, Muhammed b. Abdillah b. Ebi Rafi'nin münker hadislerinden biri olduğunu söyledi.

==============================================

Kaynak İçin Bakınız: Nureddin El-Heysemi, Mecma'uz Zevaid, c.17, s.225.

 

ANLAŞILAN                         :

Kulağı çınlayan kişi beni hatırlasın, bana salavat getirsin. Sonra da beni hayırla anana Allah rahmet etsin desin."

bottom of page